Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder.

Yani, o varlığı bulunduğu hâliyle yaşatan; “ALNINDA” -alnının arkasındaki beyninde- açığa çıkan, Esmâ terkibinin oluşturduğu program, onun Rabbidir... Çünkü onun varlığı, kendisinin Rabbi olan Esmâ terkibinin tabii sonucudur...

Yani “birim” ismi; kendini meydana getiren isimler bileşiminin adıdır.

Kendisini meydana getiren o Esmâ terkibinin -isimler bileşiminin- dışında, birimin bir varlığı mevcut değildir.

Eğer, o ismin ardındaki, o ismin karşılığı olan Esmâ terkibini ortadan kaldırırsanız; ismin arkasındaki varlık da ortadan kalkar!

Hangi isimle isimlenen, hangi varlık, hangi birim olursa olsun; o ismin ardındaki varlık bir Esmâ terkibidir; yani Rabbin bir isimler bileşimi şeklinde kendi varlığını aşikâre çıkartmasıdır.

Bu yüzdendir ki...

Birimin, hiçbir şekilde, Allâh’ın Esmâ’sı dışında, bir zerre varlığı mevcut değildir!.. Ve bu sebepledir ki, abd, Rabbinin mutlak olarak kuludur!..

Abd, Rabbine kulluk etmededir! Her hâlükârda!

Abd’ın Rabbine kulluk etmemesi asla düşünülemez ve hayal bile edilemez... Tasavvur bile edilemez...

Çünkü Abd’ın, Rabbinin varlığı dışında hiçbir şeyi yoktur! Sadece ismiyle, Rabbinden ayrı düşmüştür abd!..

Bunu tarif sadedinde basit bir misal vermişlerdir ama, bu misalin kelimelerinde kalınırsa yine olaydan çok uzak düşülür.

Suyun çeşitli kalıplarda donarak, değişik sayısız buzdan heykeller meydana getirmesi ve bu buzdan heykellere değişik isimler verilerek, sayısız değişik varlıklar varmış sanılması hâlini düşünün!..

Birinin adına insan demişsin, diğerinin adına cin, bir diğerinin adına melek, ya da dağ, deniz v.s. demişsin!

Ne var ki, buzdan birimlerin isimlerinin ardındaki varlık olan o buzdan heykelleri erittiğin zaman, buz, aslı olan suya döner!..

Şimdi, “abd”, “Rabbin Abdı” olduğuna göre…

“Abd” ismiyle, “Kul” ismiyle işaret edilen varlık; belli ilâhî isimlerin mânâlarının, bir bileşim hâlinde bir araya gelerek bir anlam oluşturması olduğuna göre... Ayrıca, o abdın, başka bir tanrıdan, başka bir ilâhtan, başka bir varlıktan almış olduğu bir aklı, bir şuuru, bir idrakı ve bir iradesinden acaba söz edilebilir mi?..

İşte geldik işin tâbiri câizse, püf noktasına...

Varlığın aslını, hakikatini, özünü bilmeyenler; hakikate ermemiş olanlar; yani her şeyi beş duyu sınırları içinde değerlendirme özelliği ile bezenmiş mübarek varlıklar; elbette kendilerinde belli bir bağımsız akıl, belli bir bağımsız irade, belli bir bağımsız kudret, belli bir bağımsız güç olduğunu düşünecekler ve bu düşünceleriyle o güzel ve mükemmel hayatlarını yaşayıp, bu dünyadan geçip gidecekler!!!

Şurası kesin ki, Allâh dilediğini yapmadadır ve yaptığından sual sorulması söz konusu olmaz!

Sual sorulmaz; çünkü, sual soracak ikinci bir varlık yoktur!

“VE MA TEŞÂÛNE İLLÂ EN YEŞÂALLÂH...” (76.İnsan:30)

ALLÂH DİLEMEDİKÇE SİZ DİLEYEMEZSİNİZ!...

Evet, dikkat buyurun...

“Siz isteyemezsiniz, ALLÂH istemedikçe” çevirisi yanlıştır!

Bu âyetin gerçek mânâsı;

“Siz isteyemezsiniz, isteyen ALLÂH’tır!”...

Ve bu mânâyı anlarsak, fark ederiz ki, iki tane isteyen varlık yok!

Biri istiyor da, onun isteği üzerine ötekinde de istek meydana geliyor gibi bir kavram kesinlikle söz konusu değil!

İşte, “ve ma teşâûne illâ en yeşâallâh âyetinde de bu husus vurgulanır...

58 / 98

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!