“Sizin ilâhınız” yani, sizin o varsaydığınız “İlâh” var ya, işte o “İlâh”, “ALLÂH”tır...
Yani, “ALLÂH”ın, “İlâh-tanrı” olmasından değil; “ilâh-tanrı” ismiyle, varsayımıyla, tasavvuruyla insanda var olan düşüncenin gerçeğinin “ALLÂH” olduğuna işaret edilmiştir.
Birinci anlayış kademesinde, “İlâh”ın “ALLÂH” olduğu belirtilmek istenmiştir...
İkinci anlayış derecesinde idrak edilmesi önemli konu ise, “ALLÂH”ın ne olduğunun fark edilerek; “ALLÂH”ın “ilâh” olmaktan dahi münezzeh olduğunun fark edilmesi ve idrakıdır...
Bu hususu çok iyi anlayalım...
ALLÂH’ın “ilâh” olduğunun anlatılması ayrı şeydir; insanların ilâh diye düşündüğü varlığın gerçeğinin “ALLÂH” oluşunun vurgulanması ayrı şeydir!
Bu iki kavram birbirinden doğu ile batı kadar uzaktır!
Şayet yukarıda açıklamaya çalıştığımız gerçeği anlayabilirsek, işte o zaman, hakkıyla “Allâh”a iman edenlerden olma kapısı bize açılır ve hakkıyla “Âmentü Billâhi” demek fırsatı doğar.
Çünkü hakkıyla Allâh’a “iman etmek”; “izafî benliği” ortadan kaldırır, imha eder, yok eder!..
Hakkıyla, Allâh’a iman edende, “benlik” kalmaz!
Eğer bu açıkladığım hususu anlayabildiysek fark ederiz ki; “ALLÂH” ismiyle işaret edilen varlık, “Zâtıyla mevcut yegâne vücuttur”, varlıktır!
Ve “ALLÂH” ismi dışındaki bütün isimlerle işaret edilen varlıklar, birimler, yaratılmıştır... “ALLÂH” tarafından!.. “ALLÂH”ın ilminde!..
İşte bu sebepledir ki var olan; daha doğrusu ve gerçeği, “var” kabul edilen, “var” sanılan her şey, gerçekte “yok”tur!
Eğer bu gerçeği anlayabildiysek, şimdi bir adım daha ileri gitmeye çalışalım.
“ALLÂH”; “öncelik ve sonralık” gibi zaman kavramı olmaksızın; ilmiyle, ilminde mevcut olan sonsuz mânâları seyretmeyi dilemiş; “MÜRİYD” olması dolayısıyla, kendindeki sonsuz mânâları seyretmeyi “murat etmiş”; bu murat ediş ile birlikte, “Ol dediği şey, anında olur” âyetinde işaret edilen bir biçimde bu mânâların seyri başlamıştır.
İşte “ALLÂH”ın “OL” hükmüyle, yani “MÜRİYD” ismi ile işaret edilen bir biçimde ilmindeki mânâları seyretmeyi murat etmesi; Evren ismi altında olan tüm isimlerle işaret edilen varlıkların meydana gelmesini oluşturmuştur! Bunların “yok”tan var olmasını murat etmesi, hükümdür!
Bütün bunların var olmasını murat etmiş, hüküm vermiştir ki, bu hüküm “ALLÂH”ın “Kazası”dır!
“Kaza”, işte bu “hüküm”dür!
“Kazası”, yani var etme “hükmü” sonucunda; o isimlerin mânâlarının nasıl ve ne şekilde açığa çıkmasını murat etmesi de “O”nun takdiridir.
Bu takdir gereğidir ki, çeşitli ilâhî isimlerin mânâları, sayısız çeşitli bileşimler-terkipler şeklinde belirli anlam sûretlerini meydana getirmiştir.
“Anlam sûretlerini” diyorum, dikkat edin; henüz bu boyutta varlıkların vücudu yok!
Yani, hüküm verdi!
Hüküm, “Ol” emri ile oldu; bu oluşun neticesinde çeşitli Esmâ mânâları seyredilmeye başlandı...
Çeşitli Allâh isimlerinin mânâlarının seyri takdir edildi!..
Bu Esmâ mânâlarının seyrinin takdiri ile birlikte, “Ayânı sâbite” denilen, varlıkların orijinleri, varlıkların orijin ve aslını meydana getiren, ana mânâ grupları meydana geldi...
Ancak dikkatinizi çekerim...
Ben bunları anlatırken elbette bir sıralamadan, bir zamandan bahsediyorum... Oysa gerçekte böyle bir zamanlama ya da süreç söz konusu değil!
Bunların hepsi, bir “an”da olup biten bir şey!..
“OL DEDİ VE OLDU...” anlamında tarif edildiği bir biçimde!
Bu yüzdendir ki, benim bu anlatışım içindeki zamanlama tâbirleri, sizi asla bir zaman kavramına sokmasın!.. Gerçekte, burada zaman diye bir olay yok!
İşte bu mânâların, mânâ gruplarının meydana gelişi, “Takdiri ilâhî”dir!