Esasen;
“ALLÂH MAHLÛKATIN KADERLERİNİ GÖKLERİ VE YERİ YARATMAZDAN ELLİ BİN SENE EVVEL YAZMIŞTIR, TAKDİR ETMİŞTİR.”
Şeklindeki Rasûlullâh açıklamasında bahsedilmekte olan gerçek işte bu boyuttur.
Bu boyutta, henüz bildiğimiz anlamda varlık sûretleri olmadığı gibi, bu varlık sûretlerini meydana getiren Esmâ terkipleri -isimler bileşimleri- de yok daha! Bunların aslî vücudu yok!..
Bu yüzdendir ki, “Ayânı Sâbite vücud kokusu almamıştır” denerek, bu takdir safhasına işaret edilir.
Yani, Allâh’ın ilminde kendi mânâlarını seyretmesi, seyretmeyi hükmetmesi “Kaza”dır...
Bu mânâların seyredilir hâle gelmesini düzenlemesi de mutlak mânâda “Kader”dir...
Burada açıklamakta olduğum “KAZA VE KADER”, halkın anladığı, kitapların yazdığı “kaza ve kader” kavramı olmayıp; bâtınî mânâda, gerçek mânâda, öz mânâda “KAZA VE KADER” kavramıdır.
Şimdi bu kavramların bir de ikinci bölümü var ki; halkın, herkesin anladığı mânâdaki “kaza ve kader” kavramlarıdır onlar.
Zaten bizim bildiğimiz; üzerinde konuştuğumuz; “kader ne kadardır, eni nedir, boyu nedir, ne kadarı bizde var, ne kadarı da onda var; küllü nedir, cüzü ne kadardır” gibi kavramlar, hep bu ikinci bölümde konuşulan kaza ve kader ile ilgili kavramlardır.
Şu an’a kadar bahsetmiş olduğum boyuttaki “KAZA” ve “KADER” ile ilgili değildir!..
Eğer şimdiye kadar anlatılanları anlayabildiysek; şimdi bunun bir basamak daha aşağısına inelim.
Mahlûkatın kaderlerine geliyor sıra...
Mahlûkatın kaderini yazan kim?..
Mahlûkatın kaderini yazan “Rabb-ül Âlemîn”dir...
“Rabb-ül Âlemîn”... Âlemlerin Rabbi, yani âlemler kelimesiyle işaret edilen, sonsuz sınırsız varlıkların meydana getirildikleri Rubûbiyet mertebesidir.
Bütün “Allâh İsimlerinin mânâları”, “ALLÂH” ilminde mevcuttur, dedik.
“Rahmâniyet” mertebesinden, “ilmi ilâhîdeki ilâhî Esmâ’nın toplu hâlde bulunduğu mertebedir” diye söz edilirse de; gerçekte burada topluluktan veya ayrılıktan söz edilemez.
“RAHMÂNİYET”; İlâhî Esmâ’nın hazinesidir, deriz; ki bu da mecazî bir ifadedir... Gerçekte, böyle bir tanımlamadan da münezzehtir “ALLÂH”!..
İşte bu “Rahmâniyet” mertebesinde mevcut olan Esmâ-i ilâhî, “O”nun, “Melikiyet” mertebesi özelliği ile mülküdür.
Bir yönü itibarıyla “Melik”tir, bir yönü itibarıyla “Mâlik”tir.
Ancak, “Melik” ismi, “Mâlik” isminden daha kapsamlıdır.
“Mâlik” ismi; “bir şeyin sahibi” anlamındadır.
“Melik” ise o şeyin hem sahibi, hem de “o şeyler üzerinde mutlak hükümdar” olandır.
Yani “ALLÂH”ın “Melikiyet”i; “kendi Esmâ’larını dilediği gibi açığa, ortaya çıkarması, seyretmesi” anlamındadır.
“DİLEDİĞİNİ YAPAR.” (2.Bakara: 253)
“YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ!” (21.Enbiyâ’: 23)
Bu âyetler “O”nun “Melikiyeti”nin eseridir.
“Melikiyet” mertebesinin tenezzülü ile “Rubûbiyet” mertebesi oluşur.
“Rubûbiyet” mertebesi çeşitli Esmâ’nın, çeşitli terkipler-bileşimler şeklinde açığa çıkmasını sağlar. Bu Esmâ, çeşitli terkipler şeklinde ortaya çıktığı anda “abd” meydana gelir...
“Rab” yani “Allâh isimleri”nin bir terkip -bileşim- hâli, bir birimin, bir isim ardındaki varlık hâlinde ortaya çıkışını sağlar. İşte bu ortaya çıkış “Rubûbiyet” mertebesinin hükmünün zâhir oluşudur.
Kul, Rabbine tâbidir!
“HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ ONUN ‘Bİ’NASİYESİNDE (alnında-beyninde var olarak/beyninden) TUTMUŞ OLMASIN (Fâtır’ın beyni programlaması)!..” (11.Hûd: 56)