“Nefs”in Hakikatine İman
İşte kişinin vehmî nefsinden kurtulması, nefs perdesini kaldırması ancak ve ancak iman yolu ile mümkündür.
Tabiat ve şartlanmalar perdelerinin kalkması, akılla mümkündür. Ancak nefs perdesinin kalkması, ancak ve ancak iman ile mümkündür.
Niçin?
Şimdi bu sualin cevabını iyi anlayalım... Çünkü burası çok iyi anlaşılmalı...
Akıl, ilk olarak şartlanmaların terk edilmesi gerektiğini kavrar ve idrak eder.
Mesela, ben sana derim ki; bu toplumda şöyle bir âdet var... Sen bu âdetlere değer veriyorsun; bunların kaydına giriyorsun; herkes böyle yapıyor, diyorsun; ancak sen bu toplumdan çıkıp da falanca yerdeki bir topluluğun içine girersen, şu an’a kadar edindiğin bu âdet orada yanlıştır.
Orada daha değişik bir âdet vardır... Orada öyle bir âdet olduğuna göre; eğer orada doğsaydın, doğru olarak onu kabul edecektin.
Demek ki tam olarak geçerli, kriter olan bir âdet yok... Burada böyle, orada öyle...
Demek oluyor ki değer yargıları ve âdetler, yani şartlanmalar; kesinlikle rölatif yani izafî yani GÖRESELDİR!..
Dolayısıyla hiçbiri “mutlak doğru” değildir!
Biri esas olmadığına göre, hiçbiri esas değildir! Öyle ise bunların hepsini bir yana koy.
Akıl yoluyla âdetlerin yani şartlanmaların hükmünden kendini kurtarmanı empoze edebilirim. Sen de idrak edebilirsin ve kendini âdetlerin hükmünden, şartlanmalardan kurtarabilirsin. Akıl yolu ile bu mümkün.
İkinci olarak, tabiatın hükmünden kurtulma olayı gelir...
Tabiatın hükmünden kurtulmak için yine aklını kullanmanı tavsiye ederim...
Derim ki... Bu madde beden... Bu bedende şu organların şu çalışmaları nedeniyle şu fonksiyonlar vardır. Sen yemeye, içmeye, sekse, uyumaya, rahatına düşkün olursun... Sebebi, kendini bu beden olarak kabul ediyorsun ve bu bedenin belli özellikleri de bu istekleri meydana getiriyor. Öyle ise sen kendini bu bedenin ötesinde bulmak için, bu bedenin istek ve arzularını frenle veya kes ki, bu bedenin ötesindeki varlığını bulup hissedesin, tanıyasın.
Akıl bunu da kavrar! Bu çalışmalara da girer! Nitekim doğuda birçok ekol bunu anlıyor, kavrıyor ve bu çalışmalara giriyor.
Bu ikisinin ötesinde bir üçüncü yol var ki; bunun akılla kavranması mümkün değil. Niye?
Çünkü sana misalini veremeyeceğim, örneğini gösteremeyeceğim bir olayla karşı karşıyayım!..
Nefsinin, senin “nefs” dediğin, “ben” dediğin şeyin hakikati “Allâh”tır. Senin “Ben” kelimesiyle işaret ettiğin varlık, hakikatte “Allâh”tır. Ancak sen bunu bilemiyorsun ve gereğini yaşayamıyorsun, diyorum.
İşte bunu senin aklına izah etmeme imkân yok!..
Çünkü bunun eşi, benzeri, misli, dengi yok! Eşi, benzeri, misli olmayan bir şeyi akılla kavramak mümkün değil...
Akıl daima bir şeyi, bir şeye bağlayarak, yani sentezler yoluyla bir yeniyi ortaya çıkarır.
Ben diyorum ki; senin “Rab” dediğin şey, Nefsinin hakikatidir. Yani “ben” dediğin zaman o “ben” kelimesinin hakikati gerçekte Allâh’tır.
“Ben” diye, O'nun gayrı olarak bir varlık yoktur. Senin “ben” kelimesiyle varsaydığın varlık izafî, vehmî bir varlıktır.
Oysa senin hakikatin, “ben” dediğin şey, Allâh’tır; dediğim zaman, senin bunu akıl yoluyla kavramana imkân yoktur! İşte bunu akıl yoluyla kavramana imkân olmadığı için de burada akıl yolu kapandı.
Akıl yolu kapanınca, tek bir geçiş köprüsü vardır...
O da İMAN köprüsü!..
Yani sen ancak, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın söylediğine iman edip, bu inancın istikametinde O’nun dediğini yaparak; akıl yoluyla geçemediğin bu engeli iman desteğini kullanarak geçebilirsin... Zira başka türlü takıldığın o engeli geçme imkânın yoktur!
Niye?.. Rasûlullâh’ın seni uyarmasına karşın, vehmin ya da cinin seni sürekli baskı altında tutarak şöyle düşündürtecektir:
“Hayır! Sen bu kadar senedir biliyorsun, bu bedensin veya ruhsun, birimsin; senin hakikatin nasıl Allâh olur. Allâh nerede, sen nerede... Allâh o kadar büyük ki, sen çok ufaksın. Sen ondan ayrı bir şeysin!..”
Evet, vehmin ya da cinin bu gibi fikirlerle, sürekli olarak bu gerçeği kabullenmemen yolunda etkiler...
İşte bu noktada sen, eğer şartlanma yollu, edindiğin değerlere dayalı mantığını kullanan aklını bir yana koyar; Allâh Rasûlü’nün tebliğini, Kurân’ın açıklamalarını esas alır; oradaki işaretleri çözersen veya en azından bu bildirilen gerçeklere aklın ermese de İMAN EDERSEN, yaşamının en büyük hazinesine ulaştın demektir...