Kur’ân-ı Kerîm ne buyuruyor:
“…NE YANA DÖNERSEN VECHULLÂH KARŞINDADIR (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)!..” (2.Bakara: 115)
“NEFSLERİNİZDE (Benliğinizin hakikati)! HÂLÂ (fark etmiyor) GÖRMÜYOR MUSUNUZ?” (51.Zâriyat: 21)
“…BİZ ONA (insana) ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ!” (50.Kaf: 16)
Gibi âyetlerle bu gerçekleri sana işaret yollu bildiriyor; tâ ki iman edip gerçeğine eresin...
Buna iman ederek; evet, benim de, bütün varlığın da hakikati Allâh'tır ve O'nun dışında bir şey yoktur; diyebiliyorsan iman yollu, ne âlâ!.. Evrensel mutlak tek hakikatin yolu sana açıldı demektir...
Gerçekte kim, “BEN” derse, bu “BEN” kelimesiyle özündeki varlığını oluşturan Allâh'ın isimler bileşimine (terkibine) işaret etmektedir!..
Bu imana sahip olursan ve bu istikametle sana söylenen şeyleri yaparsan, işte o zaman kendini beden kabulünden de, ruh kabulünden de kurtarır; varlığın hakikati olan Allâh'a kurbiyet, yakınlık elde edersin...
Bu da ancak iman ve Rasûlullâh’a teslimiyet yoluyla mümkündür! Bundan öteye akılla geçilmesi mümkün değildir!
İşte o yüzdendir ki iman, aklın önüne alınmıştır...
Bu noktaya kadar akılla gelinir... Ancak, bu “hakikat” sırrına ermek; hakikati yaşamak; benlikten yani nefsten kurtulmak; veya dinî tâbiriyle şirki hafîden arınmak, ancak ve sadece iman ve Rasûlullâh’a teslimiyetle mümkündür.
Nasıl iman ve teslimiyet?..
Sana, varsayalım, git şuradan at öldür kendini, diyecek. Oradan gidip kendini aşağı atacaksın, gibisine!..
Veya senin ters bildiğin bir şeyi sana söyleyecek; sen onu yapacaksın, gibisine!.. Ama böyle bir şey denir mi; elbette denmez!.. Bunu iman ve teslimiyete bir ölçü, misal olsun diye anlatıyorum...
Vehim, sana yapma diyecek; ama sen en azından şunu düşünmelisin...
“Rasûlullâh’ın benden ne menfaati var ki bunu böyle demiş... Rasûlullâh, benim iyiliğim için demiş! Mâdemki böyle demiş, ben bunu böyle yaparım”; deyip yapacaksın! Neticesi de senin için mutlaka selâmettir.
Bu “İMAN” yoluna karşılık, şeytanî cinler de senin vehmini tahrik edecek; aklına, çeşitli şartlanma yollu edindiğin verilerle oluşmuş mantığa dayalı fikirler getirecek; böylece de seni imanının gereği olan şeyi yapmaktan alıkoyacaktır...
Yani, cinler seni ALLÂH yolunda mantık oyunlarıyla vurmak isteyeceklerdir ki; bundan da tek kurtuluş yolu “İMAN” ipine sarılmaktır!
İşte bu yüzden Din, “iman” esası üzerine kurulmuştur!..
Tasavvuftaki bütün gerçek tarikatlar da, Rasûlullâh’a teslimiyet esasına dayalı olarak, gelen kişiye yardımcı olabilirler. Eğer Rasûlullâh’ın bildirdiklerine teslim olabilirsen, sana yardımcı olabiliriz, derler!
Mutlak teslimiyetin söz konusu olmadığı yer, hâl ve ortam, tarikat değil “iyi ahlâk derneği” çalışmalarıdır!..
Onun için teslimiyet şarttır! Rasûlullâh’a teslimiyet olmadığı sürece, yetiştirici yardımcı olamaz. Çünkü her şeyi akılla izah etmesi mümkün değildir...
1. ve 2. aşama yani tabiat ve şartlanmaları terk bâbında her ne kadar olayı akılla izah mümkünse de; nefsî yani vehmî (varsayılan) benliği terkin, misali ve benzeri yoktur!.. Misal ve benzeri olmayan konuda akıl hükmünü yitirir! Zira akıl, daima örneğini gördüğü veya kavradığı şeyleri birbirine bağlayarak bir netice çıkarır.
Nebi ve Rasûller ise özünden gelen bir şekilde, vahiy yoluyla bu hakikate vâkıftır. Onların bu iş için aklı kullanmaya ihtiyacı yoktur.
Nebi ve Rasûlde mutlak hakikati kabul bâbında, iman da olmaz, akıl da olmaz!.. Çünkü vahiy gücü var! Vahiy gücünün olduğu yerde vahyi kabullenmek için aklî delillere veya imana yer yoktur!..
Esasen iman da sonuçta hedefe varıldığında terk edilen bir şeydir!.. “İman” araçtır; amaç değil!.. Bunu çok iyi kavramak gerekir!