Esasen bu tesirler, her insanda vardır... Ancak, bu tesirler kiminde güçlü olarak alınmıştır; kiminde de zayıf olarak... Bizler bu değişik tesirlerin oluşturduğu farklı formüllere sahip bileşimleriz!
Burada önemli olan nokta şudur…
Eğer belli bir akıl gücüne sahip isek... Zira “Akıl” arapçada “Ukl” kelimesinden gelmiştir. “Bağlamak” anlamınadır... Yani bir şeyi, diğer bir şeye bağlayarak, aralarında bir bağlantı kurup, bir sonuç çıkarma özelliğidir...
Bu akıllı bir kişidir demek; birtakım nesneleri, birtakım bilgileri, cevherleri birbirine bağlayarak ortaya bir sonuç çıkartıp buna göre kendine yön verebiliyor demektir.
Zeki kişi, o anki menfaatine göre, ne gerekiyorsa onu derhâl bulup gereğini tatbik eder.
Zekâ; kısa vadelidir, günlük çözümler içindir.
Akıl ise; uzun vadeli bakışlar ve değerlendirmeler getirir.
Zeki kişi, günlük menfaatlerinin gerektirdiği bir biçimde yaşar. Akıllı kişi ise, geleceği düşünerek hayatına yön verir.
Aklın iki boyutu vardır.
Birincisi avam boyutu...
Yaşadığı süreci göz önüne alarak, yapacağı işleri düzenler... Ölüm ötesini aklına getirmez! Ömrünü dünyevî değerlere göre düşünür. Bütün ömrü boyunca, kendisine yarar sağlayacak şeyleri tasarlar.
Aklın ikinci mertebesi ve makbûl olanı ise; ölüm ötesini düşünüp ölüm ötesi hayata göre yaşamını düzenler... Programa alır... Ancak aklın bir zayıf noktası vardır. O zayıf noktası dolayısı ile de zekâ oyunlarına gelerek vehmin hükmü altına girmesi ihtimali söz konusudur.
Akıl; daima eldeki mevcut verilere göre, bunları birbirine bağlayarak bir sonuç elde eder. Beş duyu kanalından gelen bilgiler bir kaba konur. Akıl onları birleştirir ve neticede bir sonuç çıkarır; buna göre de kendine bir yön çizer.
Ancak “şeytaniyet” vasfıyla bilinen cinler çok zekidirler! Bunlar kişinin aklını karıştıracak bazı fikirleri insanların beyinlerine impulslar hâlinde gönderirler. Bu ilka edilen fikirleri kişinin vehim gücü kolaylıkla kabul eder...
Herkeste mevcut olan bu vehim gücü, aslı olmayan şeyleri varmış gibi kişiye kabul ettirir!
Vehmin esası nedir?..
Var olmayan şeyleri var zannetmek; var olan şeyleri de yok zannetmek. Yani varsayım!..
Vehim gücün, her ne kadar işin doğrusunu bilsen de, buna rağmen bir an içinde, senin akıl ve irade boşluğunu yakalar ve sana bir fikir ilka eder.
Bu fikirler cinnî, şeytanî de olabilir. O an gelen melekî tesirlerden de olabilir!
O tesir, sende bir fikir meydana getirir, sen bu fikre kapılırsın ve işi geniş planda düşünmeyi geriye bırakırsın.
Oysa, her gelen fikri geniş planda düşünüp; sistemi düşünüp; o sistem içindeki yerini oturttuktan sonra onaylaman gerekir.
Aklına bir fikir geldi!.. O an için sana makûl gelebilir... Tamam bu güzel fikir, ben bunu böyle yapayım, dersin.
O an için doğru gözükebilir. O anki menfaatine uygundur... Ama genel sistem içindeki senin yerine uygun değildir! İşte bu gelen fikri, vehim gücü sana kabul ettirir. Çünkü vehim gücü, “nefs” üzerinde hükmünü icra eder.
Nefs;ya aklın doğrultusunda hareket edecektir ya da vehmin hükmü altında istikametini bulacaktır... Seyyaldir!
Nefs başta da söylediğimiz gibi Dünya’nın ruhaniyetinden kaynaklanır. Birimsel nefs, Dünya üzerinde var olmuştur.
Yani, “nefsim” dediğin şey; yanlış anlamayalım...
Eskilerin bir kısmı, özellikle de taklit ehli “nefs”i yanlış tarif etmişlerdir... “Nefs”; sadece ve yanlızca “benlik” duygusudur.
“Ben varım” dersin ya; işte bu, “ben” kelimesi ile kastettiğin şey, nefstir. Bu bedene ait tüm özellikler ise, “tabiat” kelimesi ile anlatılır. Bedenin tabiatı, tabii istekleridir... Yani tabiat, tabii isteklerden meydana gelir. Doğal istekler de bedenin çeşitli organlarının çalışması sırasında oluşturduğu istek ve arzulardır.