Müjdelemeleri değerlendirmeye almayanların, kendi hakikatlerini bilmeleri istikametinde ve geleceğe dönük çalışmalar yapmayarak ihmalkâr olanların, içine düşecekleri büyük azap ve pişmanlıkların uyarıcıları olarak; Nebiler ve Rasûller gelmişlerdir.
Nebiler ve Rasûller, doğuştan, herhangi bir tanrıya tapınma duygusundan arınmış olarak dünyaya gelmiş insanlardır. Ötede bir “tanrı” kavramı yoktur onlarda!
Bu arınmanın tam zirvesindeki “Hanîf” Nebi ve Rasûl, Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dır.
Öğülmüş, yüceltilmiş ve “ıstıfa”dan (arınmış, saf) gelen, “Mustafa” ismi ile tam arınmış; vehmî varlık kabullerinden tümüyle arınmak suretiyle Allâh’ın varlığını müşahede etmiş ve dolayısıyla herhangi bir tanrıya tapınmanın yersiz ve gereksiz olduğunu idrak etmiş kişi... Onun için de diyor ki:
“Lâ ilâhe illâ Allâh”; “Tanrı yoktur; sadece Allâh”!..
Yani, insanlar Kelime-i Tevhid’in derinliklerindeki şu anlamla uyarılmak isteniyor:
Tanrıya tapınarak ömrünüzü heba etmeyin! Ömrünüzü israf etmeyin!
Siz, ötede bir tanrı varsayıyorsunuz! Oysa ne ötede bir tanrı var, ne de sizin “ben” dediğiniz O’ndan ayrı bir varlık! Bu, “bâtıl”dır; aslı, gerçeği olmayan boş bir var kabul ediştir! Gerçekte asla böyle bir şey yok!.. Bir tanrı, bir de siz diye bir ikilem kesinlikle söz konusu değil!
“Lâ ilâhe illAllâh” = “Tanrı yok, yalnızca Allâh”
Bilin ki Allâh, bir tanrı değildir... Allâh’ın ne ezeli vardır, ne ebedi vardır! O’nun, “içi” veya “dışı” diye bir kavramdan söz edilemez ki, içinde ve dışında ikinci bir varlık olsun! Dolayısıyla siz, kendinizi ait sandığınız bu varlık değilsiniz!..
Siz, Allâh’ın varlığı ile var olan, O’nun varlığı ile kaîm olan varlıksınız... Öyleyse, “Ben”liğinizin ne olduğunu tanıyın ki, “Rabbi”nizi bilmiş olun!
“Nefsine ârif olan Rabbine ârif olur.”
Nefsinin ne olduğunu fark edip idrak eden; nefsinin hakikatinin ne olduğunu bilen, “Rabbi”ni bilmiş olur. Çünkü, “Nefs” kelimesi ile kastedilen şeyin aslı, hakikati, kendisi; Rabbindir senin!..
Rabbin; “Allâh, Âdem’i kendi sûreti üzere halketti” açıklamasında belirtilen, senin varlığını meydana getiren “Esmâ-i ilâhî”dir.
Dolayısıyla sen, kendi varlığını, “ben”liğinitanı ki, Rabbini tanımış olasın!..
Dolayısıyla da, “Rabbim Allâh’tır” de; ve böylece de ilâhî isimlerin mazharı ve ortaya koyucusu olarak, “Halife” olduğunu anla, idrak et ve gereğini yaşa!..
Aksi takdirde sen, “bir ben var, bir de ötemde tanrı” anlayışı içinde yaşarsan, Allâh’a “şirk” koşmuş olursun!
Zira bu durumda, gerçekte mevcut olan Allâh yanı sıra bir de tanrının varlığını tahayyül etmiş, varsaymış olursun, ki senin bu hâlin de Din’de “şirk” diye ifade edilir...
Böylece de, kendinin “Halife” oluşundan mahrum ve mahcub bir hâlde, yani perdeli olarak bu dünyadan geçer gidersin...
“Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)!..” (17.İsra’: 72)
Âyetinde belirtildiği üzere, burada “Halife” olduğunun idrakını ve yaşantısını elde edemeyen, orada da elde edemez!
Öyleyse, bunun en alt sınırı olan:
“Allâh yanı sıra tanrıya (dışsal güce) yönelme!..”(28.Kasas: 88) âyeti, bizi bu en alt sınır hakkında uyarır...