Bilincin Arınışı
“Bilinç” nasıl arınır ve “Nefs” orijinalindeki sâfiyetine nasıl kavuşur?..
“Nefs”, yani “ben”in “bilinci”, tâ küçüklükten başlanarak, çeşitli şartlanmalarla ve bu şartlanmaların getirdiği değer yargılarıyla oldukça yoğun bir şekilde programlamaya tâbi tutulur...
Eğer siz, Uzakdoğu’da Çin’de, Hindistan’da dünyaya geldiyseniz, o yörenin değer yargılarıyla, şartlanmaları ile şartlanır ve çevrenize o değer yargılarına göre hüküm verirsiniz.
Günlük davranışlarınızdan tutun, toplumsal bakış açınıza, yaşamı ve olayları değerlendirmelerinize kadar her hâliniz çevrenin sizi programladığı bu şartlanmalar ile meydana gelir.
Bulunduğunuz çevre totemist ise, sizde totemist bir bilinç oluşur!
Ateist ise, ateist bir bilinç oluşur. Bir Musevî, bir Hristiyan veya bir Müslüman şartlanması ile yetişmişseniz, bu türden bir değer yargısına bürünür bilinciniz!..
Oysa bir bilincin ulaşabileceği gerçek değerler nelerdir acaba?..
Bir bilincin erişebileceği değerlerden de öte, bilincin gerçek değerleri ve kapasitesi ne kadardır?
Bilinç; beynin veritabanının, zihinsel faaliyetleri sonucunda oluşur. Öte yandan beyin veritabanı, genetik ve astrolojik dediğimiz etkilerle oluşur ve aldığı çeşitli tesirlerle de faaliyetini sürdürür.
Bunun yanı sıra, kişilerin aldığı gıdaların kimyasal değerlerinin, beynin kimyasında oluşturacağı etkiler de, yine bilinci yönlendiren, etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesidir.
Eğer herhangi bir iç veya dış sebeple hasar görmemişse beyin, mutlaka o beyinde bir “Ben” bilinci vardır... Bu “Ben” bilinci; varlığı, mevcudatı meydana getiren “Öz” bilincin, o beyinde ortaya çıkışından başka bir şey değildir...
Esas itibarıyla, “Ben” kelimesinin işareti, gerçekte “Nefs-i Küll” denilen “Evrensel Mutlak Ben”liğedir.
Ancak kişi, yetişme süreci içinde en başta çevresel şartlanmalar dolayısıyla, göresel bir vehmî benliğe bürünür. Aynaya bakıp da gördüğü sûreti, kendi olarak kabul eder; “ben” dediğinde de, aynada gördüğü sûreti kasteder... Bu “Ben”in en ilkel ve basit mânâdaki anlaşılma şeklidir...
Esasen, eğer aynada gördüğün varlık ise “Ben” diye kastettiğin; bu aynada gördüğün varlık, toprak altına girip, belli bir süre geçtikten sonra çürüyüp yok olduğunda, senin “Ben” dediğin nesne de yok olup gidecektir...
Bu anlayışa göre; senin “Ben” kelimesiyle kastettiğin ve “Ben” hükmünü veren bilincin de yok olup gidecek demektir. Yani “Ben” kavramı da yok olup, kaybolup gidecek demektir. Oysa, bundan çok seneler önce Antoine Lavoisier’in koyduğu bir kural var:
“Var olan hiçbir şey yok olmaz...”
Eğer “Ben” kavramı varsa şu anda, bu var olan “Ben” kavramı hiçbir zaman yok olmaz, yok olmayacaktır! Yok olmayacağına göre de demek ki, “Ben” kelimesiyle kastedilen şey, yok olacak bir şey değildir...
Her ne kadar neticede yok olacak olan bir nesneden yani beyinden meydana geliyor ise de, gerçek anlamıyla “Ben” kelimesiyle kastedilen bilinç, hiçbir zaman “yok” olmaz...
Bilinç, beynin ürettiği mikrodalga bedene tüm özellikleriyle yüklendiği için, nasıl bugün beyin faaliyetiyle yaşamına devam ediyorsa, aynı şekilde beynin durması anından itibaren de eskilerin “Ruh” adını verdiği astral bedende yaşamını sonsuza dek sürdürecektir...
Olay bu olduğuna göre, “bilinç” kendi orijinal yapısını ne şekilde tanıyabilir?.. Bilincin gerçek yapısını tanımasına engel olan şeyler nelerdir?..