Biliyoruz ki Allâh, şekilden, maddeden, sûretten münezzehtir! Bu sûretin ne olduğu hakkında çok tafsilâtlı bir izahı, “TEK’in SEYRİ” adlı kitabımızın “Öz’ün Seyri” bölümünde bulabilirsiniz.
Burada bahsedilen “sûret”, Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ-i ilâhîsi ile meydana getirilmiş olan “İNSANÎ mânâ”dır.
Âdem’in “Allâh’ın sûreti üzere var olması” demek, “ilâhî isimlerin mânâları ile varlığının var olması” demektir.
Yani Âdem, “Allâh’ın isimlerinin mânâlarını ortaya koymakla ‘Hilâfet’ görevine seçilmiş”, o görev için meydana getirilmiş demektir.
Nitekim, Nûr Sûresi’nin 55. âyetinde de:
“Allâh, sizden iman eden ve imanın gereğini uygulayanlara vadetti ki: Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi, arzda, onları da mutlaka halife yapacak...” (24.Nûr: 55) denilmektedir...
Fâtır Sûresi’nin 39. âyetinde şöyle açıklamaktadır:
“‘HÛ’ ki sizi arzda halifeler olarak meydana getiren...” (35.Fâtır: 39)
İnsan, “Halife” olarak yeryüzünde mevcuttur!
Ancak, bu “Hilâfet” görevine lâyık olan, kendisinde mevcut olan bu “Hilâfetin” mânâsını anlayıp, idrak edip, yaşayabilen zâtlar kimler?..
Elbette ki bu konu, üzerinde çok önemle durulması gereken bir konu...
Âdem, “insansı”lar türünden olan “bedenî” yönünden değil; kendisinde meydana getirilen “İNSANΔ mânâ yani “Halife” özelliği ile ilk “insan” olmaktadır! Bize açılan gerçeğe göre!
“İnsan”, yani “Âdem”, ilk “insan”dır! “Âdem evladı” ise kendisindeki hilâfeti sezen, hisseden, anlayan, idrak eden ve bunun gereğini yaşayabilendir!
Esasen burada iki ayrı mânâ söz konusu:
Birinci mânâ; fıtraten halife olarak meydana getirilmiş olan Âdem ve neslinin, farkında olmadan veya fark ederek bu görevi yerine getirmekte olduğudur!.. Yani, her insan esasen, kendi kapasitesi oranında bu fıtrî “Hilâfet” görevini yerine getirmektedir.
Çünkü her insan, Allâh isimlerinin bileşiminden meydana gelmiş olduğu için, yaşamının her anında bu Esmâ bileşiminin gereğini yerine getirmede; böylece de o Esmâ bileşimi yönünden; daha doğrusu kendisindeki mevcut isimler formülünün oluşturduğu program yönünden “hilâfet” görevini yerine getirmektedir...
“Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün isimleri/Esmâ’yı (Esmâ ül Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı)...” (2.Bakara: 31)
Âyetinde, bize göre, “isimler” sözcüğü ile işaret edilen anlam “Esmâullâh” yani “Allâh’ın isimleri”dir! Çünkü, insan var olana kadar mevcut olan bütün varlıklar, sadece belirli Allâh isimlerinin mânâlarıyla var olan varlıklardı.
Mesela; bir kısım melekler, “Subbûh” ve “Kuddûs” isimlerinin mânâlarını izhar için vardır... Bir kısım melekler, “Cebbâr” ve “Kahhâr” isimlerinin mânâlarını izhar için vardır.
Bunlar gibi sayısız melekler, yani bizim gözümüzün göremediği sayısız varlıklar, hep, çeşitli isim bileşimlerinin anlamlarını ortaya koyabilmek, aşikâr edebilmek için vardır.
Keza, insanlardan evvel yeryüzünde yaşamakta olan “Cin” adıyla belirtilen veya günümüzde bazılarının tâbiriyle “Uzaylılar” diye bilinen varlıklar dahi, gene belirli sayıda isimlerin neticesi olarak, sınırlı sayıda ilâhî isimlerin ortaya çıkış şekli olarak vardırlar; ki bu kısıtlılık dolayısıyla hilâfete nail olamamışlar, yeryüzünde “Halife” seçilmemişlerdir!