Kıyamet Alâmetlerinin Bâtında Zuhuru
“Nefs”in hakikatinin ne olduğunu bildikten sonra kişi, belli şartlanmalardan da kendini arındırabildiği takdirde, en büyük tehlikeyle yani tabiat tehlikesi ile baş başa kalır... Tabiat tehlikesinin içine düşmesinin sebebi, Nefsin hakikatini tam hakkıyla bilememesi ve ilmin neleri getirmesi konusunda yeterli bilgiye sahip olmamasıdır!
İşte bu, “kıyamet alâmetlerinin bâtınî tecellileri” diye anlatılanbir olayla alâkalıdır...
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın açıklamalarına göre, önce Mehdi çıkar ve insanlara Hak ve Hakikati açıklar!..
Onun akabinde Deccal çıktığı zaman, solunda Cennet vardır, sağında ise Cehennem! İki kaşı arasında da “Allâh’a karşı kâfir” yazılıdır... Deccal çıktığı zaman; halk susuz kalır, aç kalır, yiyecek-içecek bir şey bulamaz. Oysa bütün yiyecek ve içecekler, zevkler Deccal’in yanındadır. Kendisine iman edip, tâbi olan herkese her türlü zevki tattırır...
Ancak ne var ki, onun tattırdığı nimetlerden tadan kişi artık bir daha iflâh olmaz!.. Deccal, kendisine inananlara dünyada cennet hayatı yaşattırır... Oysa, o cennet hayatını yaşayanların ölüm ötesindeki geleceği cehennemdir!
Buna mukabil, kendine inanmayanlara da cehennemi yaşattırır; ki onların cehennemi ölüm ötesinde cennet hayatına dönüşür. Bu konuya ileride daha geniş bir şekilde gireceğiz...
Bu ne demektir?
Kıyamet alâmetleri, kişinin seyri sülûkta “MÜLHİME NEFS” bilinci devresinde bâtınen oluşur...
Önce Mehdi’si çıkar ve gerçeği fark ettirir; sonra da aldığı ilmin imtihanı olarak Deccal’i yani “benim dışımda ayrıca bir tanrı yoktur, dolayısıyla ben dilediğimi yapar, her türlü bedensel zevklerle dilediğim gibi yaşarım bilinci” ortaya çıkar! “Ben, Hakk’ım” der!
Yani, kişi Nefsi yönünden Rabbini bilir ve tanır. Daha doğrusu, Rubûbiyet mertebesinin “Nefs” adı altındaki zuhurunu idrak eder. Bunu müşahede ettiği zaman da Nefs, “Mâdemki ben Rabbim, dilediğimi yaparım” düşüncesine kapılır!
“Mâdemki Hak benim! Benim dışımda bir tanrı yok, öyleyse Hak dilediğini yapar” der; bedensel istek ve arzular doğrultusunda yaşamaya başlayıp; sigaraya başlar, içkiye başlar, zinayı mübah görür, kumar oynar ve tüm manevî değerlere boş verir!.. İşte bu, Deccal’e tâbi olup onun yalancı cennetine girmek, diye tanımlanır ehli kemâl tarafından tasavvufta!
Bu hâliyle Nefs, eğer tabiat ve şartlanmalarından tam hakkıyla arınamamışsa; kendini gerçek boyutlarıyla tanıyamamışsa; kendini bu beden olarak tanıma hâlinden arınamamışsa; diğer bir anlatım ile, Bilinç tam bir arınışa tâbi olmamışsa; kişinin kendini bu beden olarak kabul etmesinin ve “Hak”lığı bedenine vermesinin neticesinde tamamen tabii-bedenî zevklere düşer!
“Mülhime” bilincinin zirvesinden “Emmâre” batağına saplanarak boğulur gider!
Bu hususu İnsan-ı Kâmil mertebesindeki Abdülkerîm el Ciylî, “İnsan-ı Kâmil” isimli eserinde şöyle anlatır:
“Tabiatın icabı olan uygunsuz işleri bırakmak, onunla olan bağları yok edip kesmek suretiyle Nefse muhalefet etmek, Deccal’in sağına aldığı Cehennem’dir...”
Yani bir kişi, Nefsi itibarıyla tabiatının iktizası olan yeme içme, seks gibi hâllerden öte bir varlık olduğunu fark ederse; bilinç boyutunun gereğini yaşarsa, onun bu hâli, kendini Deccal’in cehennemine atması olur. Gerçekte ise, ebedî olarak cennet yaşamına ermesi demektir, kendini Deccal’in cehennemine atması... Böylece, bilinç boyutunda kendini bulmaya başlar!