“Mülhime” Girdabı!
“Mülhime nefs” bilincinde karşılaşılan vartalar son derece önemli olduğu için, sık sık bu konu üzerinde duruyorum...
Sayısız insan, Teklik temasının getirdiği anlayış içinde, tabiatla mücadele dediğimiz olayı terk etmek yüzünden, beden kabulüne dayanan fiiller içinde boğulmuştur...
Teklik anlayışı, kesinkes, yaşam boyunca tabiatla mücadele ile birlikte sürdürülecek bir olaydır!
Bu yüzdendir ki Rasûlullâh, eriştiği dereceye rağmen, yoğun ibadete vermiş kendini!.. Tabiatla mücadele yolunda yoğun çalışmalar yapmış...
Şimdi, bilgi veya ilham yollu gelen düşünceler vehimle karışınca, iltibasa -ikileme- düşersin; senin içinde vesvese uyanır, dersin ki:
“Benim varlığım Hakk’ın varlığıdır! Hakk’ın varlığı dışında da bir varlık yoktur! Öyleyse, tabiat diye bir şey de yoktur... Dolayısıyla, tabiatla mücadele de bu idraktan sonra söz konusu olmaz!”
“Ben zaten Teklik görüşünün içinde olmama rağmen tabiatla mücadeleye kalktığım takdirde, kendimi bu beden kabul etmiş olurum! Ben kendimi bu beden kabul edip, onu kontrol altına almak için tabiatla mücadeleye girdiğim takdirde şirke düşmüş olurum...”!!!
Bu anlattığım olay çok hassas bir olaydır! “Mutmainne nefs” bilincine yaklaşmış, evliyalık derecesine yaklaşmış, “velî” olacak kabiliyette birçok insan, buradan geri dönmüş; “Mülhime irfanı”yla dönmüş olduğu “Emmâre” batağında boğulmuştur!
Sırf, açıklamaya çalıştığım bu ikilem yüzünden!
Evet, burada birçok doğru var; doğrulardan geliniyor buraya...
“Mâdemki benim varlığım Hakk’ın varlığıdır ve varlık da Tek’tir. Öyleyse Hakk’ın varlığı olan ben, bu beden değilim; eğer ben kendimi bu beden kabul edip, bedenin tabii arzularını sınırlamak için mücadeleye girersem, kendimi bu beden kabul etmiş olurum.”
“Ben bu beden olmadığıma göre, bu bedenin davranışları da beni hiç ilgilendirmez. İster yesin içsin, isterse seks yapsın, ne yaparsa yapsın beni hiç ilgilendirmez” der, bu defa da bu bedenin istek ve arzularına yenik düşmek suretiyle neticede o Teklik yaşamından uzaklaşmış olursun!
Oysa ki Teklik konusunu en güzel şekilde açan, yayan Muhyiddini Arabî de dâhil bu konunun bütün uzman kişileri, tabiatla mücadeleyi bütün yaşamları boyunca devam ettirmişlerdir...
Çünkü, bu mücadelenin olmadığı anda bilinç, farkında olmadan kendini beden kabul etmek ve sadece onun isteklerine cevap vererek gerçek mertebesinden düşmek durumuyla karşılaşır... Bilinç, beyinden gelir, dikkat edin!.. Burayı hiç unutmayın!..
Mevcut olan bilinciniz, beynin eseri, beyin faaliyetinin eseridir. Beyin ne ile meşgûl olursa, bilinç o şekilde oluşur ve gelişir.
Bu yüzdendir ki sen, Tekliği anlamana rağmen; ne zaman ki bedenin istek ve arzuları, içgüdüleri-dürtüleri istikametinde davranışlara girdin; o andan sonra da o beden istikametinde, bedenin çalışmalarıyla yaşam tarzı istikametinde; bir kişilik, bir düşünce, bir bilinç oluşacaktır sende. Böylece de Vahdet bilincinden mahrum bir hâle gelirsin.
İşte bu nokta, bu yolda ilerlemiş sayısız kişiyi yolundan alıkoymuş; tam bulma, erme noktasına gelmişken her şeyini yitirme durumuna düşürmüştür.
Öyleyse, özellikle bilincimizi, şartlanmaların getirdiği değer yargılarından korurken; saf bilincimizin sınırsız mânâlarını değerlendirme idrakına yükselirken, üzerinde duracağımız en önemli husus, bedenin tabiatına, biyokimyasal özelliklerine elden geldiğince tâbi olmamaktır...