“Nefs”, “Ben” kelimesiyle işaret ettiğin varlıktır!
“Nefs” ve ondaki “bilinç”, gerçeği itibarıyla, yapısının özü itibarıyla; “Rubûbiyet Nûru”ndan yani “Esmâ” mertebesinden yaratılmıştır.
“Nefs”, varlığını Esmâ mertebesinden yani Hakk’ın varlığından alıp, “Rubûbiyet Nûru”ndan yaratıldığı için, “yapısının gereği olarak dilediğini yapmak ister ve yapar”... Engel tanımaz! Hayır veya şerr, iyi veya kötü diye bir kavram bilmez! O, sadece dilediğini yapmak ister ve yapar. Çünkü varoluşu “Rubûbiyet nûru”ndandır...
“Nefs”in aslı, “Nefs-i Küll”dür...
“Nefs-i Küll” nedir?..
Cenâb-ı Hak, kendi Esmâ’sını yani özelliklerini seyretmeyi dilediğinde, kendi Zât’ındaki mânâları seyretmeyi dilediğinde, “Zâtı’ndan Zâtı’na tecelli etti” denen bir biçimde, kendi ilminde kendi Esmâ’sını-özelliklerini seyretti!..
Bu, “kendi Esmâ’sının seyri” dediğimiz ilmî seyr neticesi olarak, bu Esmâ’nın toplu bulunduğu mânâlar “Ruh-u Â’zâm” adlı meleği meydana getirdi...
“Ruh-u Â’zâm” denilen bu Ruh’a, sahip olduğu bilinç ve ilim itibarıyla “Akl-ı Evvel” adı verilir.
Esasen “RUH” kelimesi kullanım yeri ve işaret ettiği anlam itibarıyla çok farklı yapılara isim olmuştur... Tıpkı “Kıyamet” kelimesi gibi!..
“Kıyamet” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de; bazen bireysel anlamda “ölüm”, yani bir yapının, diğer bir boyuttaki yaşam biçimine dönüşmesi anlamına işaret ederken; bazen de “ruh boyutu yaşamının, nûrânî yaşam boyutuna” dönüşmesi süreci olarak kullanılmıştır.
Evet, “Akl-ı Evvel”; varlığında mevcut olan kudret itibarıyla “Nefs-i Küll” adını alır. Hayatiyeti, canlılığı itibarıyla, “Ruh-u Â’zâm”, “Ruh” adını alır. Sahip olduğu mânâlar, Esmâ-i ilâhîye itibarıyla da, “Hakikat-i Muhammediye” adını alır...
“Nefs-i Küll”ün zâhiri ve varlığı, bu kâinatı oluşturan cevher olan “enerji” dediğimiz şeydir...
Eni boyu, derinliği, ağırlığı, sınırı falan yoktur. Sınırsız, sonsuz kudrettir... Bir diğer ifade ile “enerji”, Cenâb-ı Hakk’ın “Kudret” sıfatının açığa çıkmasından başka bir şey değildir... Var olan her şey, bundan meydana gelmiştir!..
“Nefs-i Küll”de mevcut olan bilinç, ilâhî isimlerin mânâlarını yansıtan bilinçtir, ki kendindeki mânâları ortaya koymayı diler.
“Yef’alü ma yüriyd”; “İrade ettiğini = Dilediğini yapar!” (22.Hac: 14)
İşte “MÜRİYD” oluşu, yani irade edişi - dilemesi, “Rubûbiyet”in kuvveden fiile dönüştüğü mertebedir...
Ve O, “Rubûbiyetin gereği olarak, dilediğini halkeder!”...
“...yef’alullahu ma yeşa”(14.İbrahiym: 27)
“Nefs-i Küll”den, yani varlığın özünü meydana getiren enerjiden, ana rahmindeki sperm-yumurta birleşmesiyle hâsıl olan ilk maddeye, 120.günde özden dışa doğru diye tanımlamaya çalışacağımız bir boyutsal geçişle ulaşan “Nefs-i Küll”ün kudreti, o birimde, “Ruh-u izafî”yi yani “Birim ruhunu=Ruh-u insanî”yi meydana getirir...
Yani, beyin çekirdeği, 120.günde “can”lılığa kavuşur, faaliyete geçer... “Nefs-i Küll” dediğimiz varlığı meydana getiren kaynak enerjiden yani Ruh-u Â’zâm’dan aldığı hayatiyet, melekî güç tesiri ileürettiği ışınsal yapıyla, kendi ruhunu meydana getirir!
Ve, böylece “birimsel izafî ruh”, “Ruh-u insanî” meydana gelir.