Kişi, Emmâre’de iken Levvâme’ye geçer... Kâh Levvâme hâlini yaşar... Kâh Emmâre’ye düşer, bedenin istek ve arzularına tâbi hâle gelir.
Yani, Emmâre ile Levvâme arasında gidiş geliş vardır.
Çalışmalarına devam eden kişi Levvâme’den sonra, Mülhime’ye geçer...
Kâh ilham alır, ilim alır, hakikatini hisseder, buna göre yaşamına yön verir, günlük, anlık hâller içinde; kendini Hak olarak hisseder! Kâh da tekrar Levvâme’ye döner, bedene, tabiata dönük hâlleri yaşar; yemeye, içmeye, sekse dönük arzuları ağır basar...
Yani bu defa, Levvâme ile Mülhime arasında gidip gelmeler olur... Zaman içinde, bu gidip gelmeler gittikçe azalır ve bir üst mertebede oturmaya başlar. Artık kendini bedenden soyutlamaya başlayıp bir bilinç varlık olarak hissediş hâli ağır basmaktadır. Bu arada zaman zaman “Ben yokum, O var” görüşü ile yaşar... Bu seyir daha ziyade enfüsîdir.
“Tevhid-i Efâl” deyimiyle anlatılmak istenen “tüm fiillerin gerçek fâilinin Hak olduğu” gerçeğini fark ve idrak ediş, bu mertebede olur...
Bundan sonra da sıra “Tevhid-i Esmâ”, “Tevhid-i Sıfat” ve “Tevhid-i Zât” müşahedesine gelir.
“Tevhid-i Esmâ”, varlıkta algılanan tüm özelliklerin Allâh’ın isimlerinin oluşturduğu mânâ terkipleri olduğunu fark edip; varlığı, o anlayışla seyretmektir.
“Tevhid-i Sıfat”, varlıkta algılanan ve algılanamayan tüm yapıların Allâh’ın sıfatlarının işaret ettiği mânâlarla varoluşlarını idrak edip, bunun gereğini yaşamaktır.
Bunu biraz daha açıklamak gerekirse şöyle anlatabiliriz...
Bir birim; “ALLÂH” isminin anlatmak istediği “HAYY” isminin işaret ettiği “HAYAT” sıfatıyla vardır...
“ALİYM” isminin işaret ettiği “İLİM” sıfatıyla, yapısının ve varoluş gereğinin getirdiği ölçüde bilinçlidir...
“MÜRİYD” isminin işaret ettiği “İRADE” sıfatıyla, ilminin getirdiklerini dileyebilmektedir, gibi...
Tüm birimlerin varlıklarını meydana getiren vasıflar, Tek Zât’ın vasıflarıyla kaîmdir.
“Tevhid-i Zât”, varlıkta algılanan ve algılanamayan tüm yapıların zâtının, özünün Allâh’ın Zâtı’yla kaîm olduğunu yaşamaktır! Kelimeler ile ancak bu kadar anlatabileceğimiz olayın gerçeği ise yaşayanlarca malûmdur elbet!
İşte bu müşahedelere ermenin neticesinde Nefs, Mülhime idrakına yerleşir... Yavaş yavaş bu anlayışlarla kendisini tanımaya başlar...
Neticede Mülhime’de kendi hakikatine dair tatmin edici bir yaşam oturur. Âfakî ağırlıklı olan bu seyr sonucunda “Var olan yalnızca Hakk’tır; gayrı mevcut değildir” idrakı, yaşama dönüşür.
Ne zaman ki bu idrakta tam tatmin olur, Mutmainne’ye geçmiştir artık. Bu durumda o kişide zâhir olan isimler bileşiminde “VELİYY” isminin mânâsı ağırlık kazanır.
Mutmainne’den sonra Mülhime’ye geri dönüş olmaz!
İşte onun için:
“...Allâh Veliyy’lerine korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.” (10.Yûnus: 62) uyarısı gelmiştir...
Artık sanma ki, Mutmainne’ye geldikten sonra, onda bedene dönük istek ve arzular görülür! Artık, onda bedene dönük istek ve arzular kalmamıştır... Niye?.. Çünkü, Hakk’ın hakikatini yaşamaya başlamıştır... “Cem makâmı” denilen bu bilinç seviyesinde varlıkta “Hak”tan gayrı bir şey olmadığı müşahede edilir.
“Ene’l Hak” anlayışı burada açığa çıkar... Vahdet-i Vücud anlayışı buradan başlanarak yaşanır...