Hava grupları, diğerlerinde görülen birçok dezavantajlardan daha uzak olmalarına karşın, havanın seyyaliyeti ve istikrarsızlığı dolayısıyla, onların da herhangi bir konuda istikrarlı bir şekilde yol alabilmeleri güçtür.
Hava grubundan bir kişi, her ne kadar bedene yani tabiata aşırı düşkün değilse, şartlanmalara aşırı bağlı ve yüksek benlik sahibi değilse de; buna karşılık, istikrarlı, düzenli, disiplinli bir çalışmaya giremediği için hedefe ulaşması güçtür.
Burada yetiştiricinin, her kişiye kendine özgü yapısal özelliklerine göre, hangi tür mücadele gerekiyorsa, onu öne geçirerek tavsiye etmesi hususu oldukça önemlidir. Çünkü her birinin öne geçirmesi ve yapması gereken çalışmalar farklıdır.
Birisi, önce tabiatı esas alan bir mücadele şekliyle daha kolay hedefe ulaşır. Bir diğeri, şartlanmaları öne alan bir çalışma şekliyle daha çabuk hedefe ulaşır. Bir diğeri ise vehmî benliği ortadan kaldıran Teklik görüşünü esas alarak hedefe daha kolay ulaşabilir.
Ancak, hangisi ele alınırsa alınsın, birinin ele alınması sonucu, o durumun hafiflemesi ile birlikte, düşünülecek ikinci bir olay vardır...
Mesela, siz şartlanmaları kaldırmak yolunu tutarsınız...
Şartlanmalar, birtakım toplumsal yasakları getirir.
Siz toplumsal yasakların şartlanmalarla oluştuğunu, karşınızdakine idrak ettirdiğiniz zaman; eğer bu kişi tabiattan arınma yolunda birtakım idraklara ulaşamamışsa, “etraf ne derse desin, bana vız gelir” deyip; bedenin tabii istekleri doğrultusunda yemek, içki, seks, kumar ve bedenin değişik saplantıları istikametinde bir yaşama doğru kayar.
Şartlanmaları oluşturan değişik mânâlar; yeryüzünde mevcut olan bütün şartlanmaları oluşturan mânâlar, esas itibarıyla ilâhî isimlerin bileşimleri sonucu olarak meydana çıkar.
Her birimde, kendi terkibine uygun bir biçimde, çeşitli ilâhî isimler ağırlıklıdır. O isimlerin oluşturduğu terkip, bir mânâyı ortaya koyar. O mânâ, ağırlığı nispetinde şartlanmaları meydana getirir. Bu, Allâh’ın “Melikiyet” vasfının eseridir. Yani, bir diğer ifadeyle, “Esmâ Mertebesindeki” mânâların, yaşanılan âlemde ortaya çıkması şeklinde görülür.
“Nefs”, “Rubûbiyet” mertebesinde meydana gelmiş olduğundan; “Rubûbiyet”in şanında da hüküm altına girmemek yattığından, her bir birimde ortaya çıkan “Nefs”, bilincinin gereğini dilediği gibi yapmayı arzu eder; yaptığı işi, sonunun kendisine yarar mı zarar mı getireceğini düşünmeden yapar.
İşte bu, “Bilincin Rubûbiyet gereğince özelliklerini ortaya koymasındandır”...
Eğer bilinç, “tabiat ve şartlanmalar” yönünden gerekli kadarıyla olgunlaşamamış ve arınamamışsa, bu durum o kişinin neticede büyük azaplara, ıstıraplara düşmesine yol açar.
Sizin ona, sadece şartlanmalardan kurtulma yolunda yapacağınız bir yardım, bir çalışma, onun bu defa tabiat batağında boğulmasına yol açacaktır. “Tamam, şartlanmaları attım” diyecek; ondan sonra yemeye, içmeye, sekse, bedenin alışkanlıklarına tâbi hâle gelecek ve bilinç, beden bataklığında boğulup, helâk olup gidecektir. Ondan sonra da, beden batağından kolay kolay çıkma imkânı yoktur.
Eğer inandığı ve itimat edip teslim olduğu güçlü bir yetiştiricisi varsa, o, olaya müdahale eder, yönlendirir ve kurtarabilirse kurtarır. Ama, böyle biri yoksa, o, yüzde yüz beden batağında boğulur gider.
Veya aksini düşünelim;
Tabiatla mücadele konusunda yola çıktı...
Tabiatı terk yolunda birtakım riyâzatlar yapıyor. Bu riyâzatlar ve bu tip çalışmalar birtakım açılımlar getiriyor ve idraklar oluşturuyor. Onda oluşan bu mânâlar bu sefer kendini değerli bir varlık, bir birim olarak görmeye düşürtüyor. Yani, “Enaniyete” sürüklüyor...
Tasavvuftaki tâbiri ile, bu tabiatı terk yolunda başarılı hâlleri, enaniyete-benliğe sürükleyince, kendini yüksek mertebede bir kişi olarak hayal ediyor.