Vücuttaki tuz eksikliği, sodyum potasyum eksikliği, seni bu tür şeylere iter. Vücuttaki karbonhidrat eksikliği, seni tatlıya sevk eder. Sen ona tatlı adını veririsin. Bütün bu yediğin içtiğin şeyler, aldığın gıdalar bünyede biyoelektriğe çevrilirken, hormonal sistemle kanı ve beyini etkiler.
Bu arada da artık enerji yani bu üretimden artan enerji, seks hormonlarını etkileyerek, vücutta cinsel istekleri ve arzuları oluşturur. Bu istek ve arzular istikametinde kendisine gereken zevkleri verecek ortamı, şartları hazırlamaya çalışır.
Yani, gerek yeme içme ve gerekse bunlara kolay bir ortam sağlayacak olan uyku dediğimiz dönem, tümüyle vücudun biyokimyasının oluşturduğu bir düzendir.
Sen eğer kendini bu beden olarak kabullenirsen, bu beden olarak kabullenişinin neticesinde en iyiyi yemeyi, en iyiyi içmeyi, en iyi şekilde seks yapmayı ve bunları en çok, en güzel şekilde sürdürmeyi istersin...
Bunları her yapışının arkasından, bunu hazmeden vücudun biyokimyası daha güçlü olarak seni tekrar o isteğe hazırlar.
Dolayısıyla yemenin, içmenin ve seksin sonu gelmez, uzun bir dönem; velev ki bünyede bir hastalık olsun. Bünyede bir hastalık olacak ki bu hastalığın getirdiği araz, hızı kessin!
İşte, senin kendini bu beden olarak kabullenmenin getirdiği engellemelerden en önde geleni, senin gerçek benliğine dönük bilincini bulamaman belâsıdır.
Oysa, pasta, börek baklava gibi en güzel şeylerle karın doyurabildiğin gibi bunun çok daha azıyla da karnını doyurup, vücudun enerjisini sağlayabilirsin. İcabında bir soğan ekmek yiyen çoban, senin gibi on çeşit yemek yiyenden çok daha sağlıklı olabiliyor. Bunu görebiliyoruz. İllâ sağlıklı olabilmek için on çeşit yiyip, çok güzel zevklerle yaşamak gerekli değil.
İcabında hiç seks yapmadan yaşayan insanlar da var! İster kadın, ister erkek olsun, bunun yanı sıra bedendeki başka arzu ve isteklere kendini tâbi kılmadan yaşayan nice insanlar var.
Bunların hepsini terk et, demiyorum!
Demek istediğim şu;
Bunların kaydında olarak yaşama! Bunlar yaşamını yönetmesin! Ki kendini bunlardan kurtarabilesin.
Bunların herhangi birini bıraktığın veya geçici bir süre bunlardan uzaklaştığın zaman kendine hâkim olabiliyorsan; bilincinle bedenine kumanda edip, onun istek ve arzularını kontrol altına alabiliyorsan, gaye hâsıl olmuş demektir.
Ondan sonraki aşama artık kendini Evrensel değerler düzeyine yükseltmektir. Evrensel değerler düzeyine yükseltmek dediğimiz şey, saflaşmış bilince doğru bir yolculuktur.
Bu anlattıklarımı öğrenmek, bilmek, işin ders yanı, felsefe yanıdır. Fakat hiçbir felsefeci bunları bilmekle saflaşmış bilince ulaşamaz!
Çünkü saflaşmış bilince ulaşabilmenin yolu, bunları bilmekten değil; bu bildiklerini bilfiil, tatbik edip yaşamaktan geçer!
Ben bunları biliyorum diyorsun!.. Güzel... Peki bu bildiklerini tatbik edebiliyor musun?..
Belli istek ve arzuları sınırlayıp, kısıtlayıp, bu bedene hükmedip, bu bedenin tabiatına, arzularına karşı çıkabiliyor musun?.. Bunları kontrol altına alabiliyor musun?..
Sen, daha bir sigaradan vazgeçemiyorsan; bedenin bir alışkanlığı olan, bedenin biyokimyasına bağlı bir özellik olan sigara alışkanlığından vazgeçemiyorsan; senin, “ben bu yolda çalışma yapıyorum ve Nefs-i Sâfiye’ye doğru yaklaşıyorum, ulaşma çalışmaları içindeyim, tasavvuftayım”!.. deyip kendini aldatmaya hakkın var mı?
“Var” dersen, bil ki yalnızca kendini aldatıyorsun! Bana hiçbir zararın olmaz; ama sen kendine yazık ediyorsun!
Bu yolda hiçbir çalışma yapmıyor, mücadele etmiyorsun!.. Günün, saatlerin, zamanın, bilincinin bedene tâbi olması hâliyle tükeniyor! Oysa sen kendini, arınma çalışmaları içinde sanıyorsun!
İster şartlanmalar yolunda birtakım kayıtların, bağların olsun; ister tabiat özellikleri içinde birtakım bağların, alışkanlıkların, kayıtların olsun; veya bilincinin arınmamış hâli olan, kendini bu birimsel varlık olarak hissetme ve yaşama hâlinde ol!
Her hâlükârda bilincinin arınışı senin için gerçekleşmemiştir!.. Böyle devam ettiği sürece de, bu arınma olmadan dünyadan geçer gidersin...
Bu yolda çeşitli badireler ve çeşitli vesveseler söz konusudur...
Mesela, bir cümle söyleyeyim:
“Şirki görmek, şirktendir ve şirktir!”...
Gerçeği itibarıyla bu cümle doğrudur!
Şirk içinde olmayan, zaten “şirk” diye bir olay görmez!
“Tevhid” gerçekleştiği anda “şirk” diye bir şey kalmaz. Dolayısıyla, ne şirk vardır, ne müşrik, ne de şerik!
Ama sen, “şirk yoktur, müşrik yoktur, varlık Tek’tir” dediğin anda, bunun neticesi olarak bu bedene dönük birtakım istek ve arzulara yönelik davranışlara girdiğin takdirde, kendini bu beden kabul etmenin getireceği birimsellik kavramı içinde boğulup gidersin.
Geçmişte, “Bu yolda nice başlar kesilir, hiç soran olmaz!” sözünün söylenmesinin sebebi budur.