Velâyet Kemâlâtı
Velâyet istidadına sahip o yolda birtakım çalışmalar yapan kişi; aldığı güçlü ilim ve idrak ettiği hakikat ile ruhanîler arasında manevî olarak staj amacı ile bulunabilir ve birtakım görevler yapar. Ancak yeterli Nefs arınması olmadığı için; yani Nefs, kendini beden kabul etmeyi terk edemediği, bilincini aldığı müspet ilhamlar sonucu arındırıp kemâle erdiremediği için Mutmainne’ye ulaşamamıştır ve hâlâ tehlikededir!
En büyük tehlike de buradadır!.. Çünkü ruh, o kuvvete kavuşmuş, fakat Nefs, birim olma bilincini atamamış ve ilham yollu aldığı kemâlâtı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır... Nefs, ne zaman ki bununla birlikte Mutmainne’ye oturur, artık onun için kaybetme tehlikesi bitmiştir...
Nakşi ve benzeri tarikatlar, ruh gücünü artırmaya gider ve “Ruh gücü belli bir düzeye geldikten sonra zaten Nefsi de kontrol eder ve onu yetiştirir” diyerek, bu tarzı tatbik eder...
Kadirî, Rufaî, Bedevî ve benzeri tarikatlar, Nefs’i öncelikle tabiat kaydından kurtarmaya ağırlık verir.
Nakşıbendî’likte ise Nefs’in tabiat kaydından kurtarılmasıyla birlikte, Nefs’in hakikatine dair bilincinin geliştirilmesine de önem verilir... Esas olarak tarikatlar arasındaki farklardır bunlar...
Elbette bu anlattıklarımız, tarikatların orijinal gelişleri itibarıyladır; bugünkü uygulamalarla alâkalı değil.
Mutmainne düzeyine geldikten sonra Nefs, “Velî” adını alır... Mutmainne düzeyindeki kişi, “ilm-el yakîn” düzeyindedir. Mutmainne, Fenâfillâh’ın başlangıcıdır.
“Mülhime”de Fenâ-i Efâl ve sonucu olarak “Tevhid-i Efâl”; Fenâ-i Esmâ ve sonucu olarak “Tevhid-i Esmâ”; Fenâ-i Sıfat ve ertesinde de “Tevhid-i Sıfat” yaşanılır...
Fenâ-i Zât’la birlikte Nefs, kendini beden kabul etme fikrinden arınmaya başlar. Bunun neticesinde de “Fenâfillâh”a girer ki; “Fenâfillâh” esas “Mutmainne”de başlar, velâyet mertebesidir!
Mutmainne ve Mutmainne’yi takiben Radiye, “Fenâfillâh”tır...
Mardiye, “Bakâbillâh”tır...
Mutmainne’de, kişide Allâh’ın Tek’liği konusunda tam bir itminan hâsıl olur.
Nerede, ne fiil görürse görsün, “bu fiilin fâili hakikisi Allâh’tır” der ve nerede, kimde ne hâl görürse görsün, “Hak böyle yapmayı diliyor, böyle yapıyor” der...
Kınama, ayıplama, ters görme, yanlış görme gibi hâller, Mutmainne’deki Velî’de kalkmıştır...
Mutmainne’de yerleşme hâli neticesinde kişide “Tecelli-i Esmâ” meydana gelir ve rıza hâli oluşur...
Görmektedir ki her şeyi meydana getiren Hakk’ın kendisidir! Hakk’ın kendisidir derken, Nefs’in hakikatinin de Hak olduğunu bilir, ama gene de kendini bir beden görme hâli tam kaybolmamıştır... Şirki hafî, henüz mevcuttur burada...
Mutmainne’de ve Radiye’de, şirki hafî tam olarak yok olmamıştır! Yani, varlığın aslının Hak olduğunu bilir; “Ene’l Hak” der!.. Ama buna rağmen, “Ene’l Hak” sözünün içinde gizli bir benlik vardır.
Oysa bu hâl içindeyken, her şeyden razıdır!.. Ne duysa, ne görse, ne olsa, “Böyle dilemiş, böyle yapmış” der ve bu hâl içinde, razıdır... Buna “Nefs-i Raziye” tâbir edilir...
Yalnız burada bir fark var... Mutmainne’de iken fiilleri seyreder, o fiillerin fâili olarak Hakk’ı görür. Nefs-i Raziye’ye geçtiği zaman fiiller boyutundan, isimler boyutuna çıkmıştır...