Son Fasıl
Bu son fasıldır, dostlarım! Kitaplar, kasetler bütün sorularınızın cevaplarını sizlere iletiyor. Dolayısıyla, bu memlekette bize de gerek yok artık!
Şimdi pasaportumu getirdiler... İçinde biletim ve ABD için on yıllık vizem var!..
İnsan veda konuşmasını nasıl yapar, bilemiyorum. Hâlbuki bilmemiz gereken en önemli şey! Zira, her an bu dünyadan ayrılmamız mümkün!
Arkadaşlardan biri bana soruyor:
Üstadım bir yerlerde tanrı olmadığı ve ötede bir yere yönelmemize gerek olmadığını idrak ettirdin ama; biz, kendimizde bunu tam hakkıyla hissedemiyoruz. Siz de gidiyorsunuz?..
Dönülmez akşamın ufkundayız...
Artık, vakit çok geç!
Bazıları Ricalullâhı, evliyaullâhı aracı koymak istiyorlar. Onlara gidip, bu olayı anlatıyorlar. “Efendim, biz ondan daha istifâde edemedik. Gitmese, burada kalsa ne olur!”
Hâlbuki, gerçekte onlar da gitmemi istiyorlar da, siz farkında değilsiniz! Onlar benim burada kalmamı isteselerdi, gereken şartları ona göre düzenlerler ve benim burada kalmamı sağlarlardı.
Onlar sadece kendilerine gidenlere ayna olarak; “Aman gitmesin, çok iyi idi” diyorlar.
Çünkü, evliyanın karşısındakilere ayna olma vasfı vardır.
Kendine gelenler, ne yönden hitap ederlerse, onlar da onlara ayna olarak onların imanını ve itikadını kuvvetlendirmek amacı ile, onlara istedikleri yönden görünürler.
Siz onlardan birine gidip de, “Ahmed Hulûsi ne kadar iyi bir insan, ondan ne kadar çok istifâde ettik” derseniz; onlarda derler ki, “Aman, eteğine sarılın! Sakın haa bırakmayın! O çok değerli bir insan”...
Yok eğer, siz ona gider de; “Şöyle kötü adam, böyle kötü adam. Şunu yaptı, bunu yaptı” deyip, beni kötülerseniz; “Aman, sakın ha! Uzak durun! O’nun dediklerini yapmayın! Çok iyi etmişsiniz, kendinizi kurtarmışsınız” derler. Çünkü senin inancınla oynamak istemezler!
Bu, onların insanlara ayna olma vasfından ileri gelir. Bunu yapmalarının sebebi hikmeti nedir, derseniz; Senin inandığına ters düşen şeyleri söyleyerek inancını sarsmamak! İşin püf noktası budur!
Dolayısıyla siz bilseniz, bulsanız, Ricali Gayb’dan veya evliyaullâhtan zâtlara gidip de, hakkımızda bir şey söylerseniz, onlar da sizin düşüncelerinize ayna olarak zannınıza göre bir şeyler söyleyeceklerdir.
Zaten, gerçekten burada kalmamı isteselerdi; “Müminin kalbi Allâh’ın iki parmağı arasındadır” hükmünce, onların varlığında da tasarruf eden Allâh olduğuna göre, Allâh’ın kuvvet, kudret ve iradesi ile oluşturup, böyle isteklere meydan bırakmazlardı.
Demek ki, Türkiye’de kalmamızı oluşturacak şartlar yok!
Hayat, sizin farkında olmadığınız gerçeklerle devam ediyor. Olaylar sizin sandığınız gibi değil! Binâenaleyh yaşamın şartları da zannettiğiniz gibi hiç değil!
Tasavvufta, tarikatlarda bir zan vardır.
Onlar derler ki, “Benim şeyhim, benim mürşidim zamanın Gavsıdır. Zamanın en büyüğüdür!”
Yalnız Türkiye’de beş bin küsur tarikat şeyhi varmış, altı bine yakın! Demek ki, Türkiye’de altı bine yakın Gavs var!!!
Türkiye’de bu kadarsa, bunun İran’ı var, Malezya’sı, Endonezya’sı, Tunus’u, Fas’ı, Cezayir’i vs. vs. var. Bu hesapça 66666 tane zamanın Gavsı, Kutbu Â’zâmı var. Belki bunların bir kısmı da Mehdi’dir!!! Yani, birkaç bin tane de Mehdi var(!). Belli olmaz, belki Rasûl(!) de vardır.
Olay öyle boyutlara gidiyor ki farkında değiliz; bir gerçek Deccal’in çıkmadığı kaldı; zira onun da sahteleri çıktı; toplumlara akı kara, karayı ak göstermedeler!
Allâh’a şükür kitaplarımda defalarca yazdım, konuşmalarımda defalarca söyledim, gene tekrar ediyorum...
Benim, hiçbir dinî hüviyetim, kişiliğim, etiketim söz konusu değil! Sadece ve sadece Allâh kulu olduğumun bilinci ve idraki içindeyim.
Ve bu idrakla da öğrendiklerimi yazılarla, seslendirmelerle sizlere nakletmeye çalışıyorum.
Onun için de kim bana pâye verirse; verdiği bu pâye, onun kendinde, hayalinde yarattığı, tasavvur ettiği, kendi biçtiği, kendine göre bir pâyedir.
Oysa ben öbür tarafa, sizin bana biçtiğiniz bu pâyelerle geçmeyeceğim!
Gerçeği idrak edebilmek çok zordur, hazmedilmesi çok güçtür...
Eğer Cenâb-ı Hak, bu kuluna basîret verdiyse, bilir ki, ona “Allâh kulu” olmak yeter.
Kimin Allâh indîndeki derecesinin ne olduğunu Allâh bilir; ve bu dünyadan ayrıldığımız zaman, o derece belli olacak!
Şu anda iman ehli olarak görülebilirim. Ama, bir karış kala her şey değişebilir, şakî olarak da gidebilirim. Benim “Seyyid” olmam dahi beni bundan kurtaramaz. Sadece şimdilik bu imanı muhafaza ediyor... Buna şükrederim.
O imanı dilerse alır! Bu da O’nun hikmetinden, takdirindendir! “Neden” diye sual soracak durumda da değilim! Allâh’ın “Mâlik’el mülk” olduğunu kabul etmişim. Mülkünde dilediği gibi her an tasarruf ettiğini, tasdik etmişim.
Şurada otururken birbirimizle tatlı tatlı paylaşıyoruz. Ama, şu kapıdan çıkınca karşımıza bir sürü olay geliyor. Ve, o olayların içinde darmadağınık bir hâle geliyoruz.
Hz. Rasûlullâh’ın yakın sahabesinden birini uyku tutmuyor. Sabahın köründe kalkıp evden çıkıyor, yürürken bir de bakıyor ki Hz. Ebu Bekir de erkenden çıkmış evinden yürüyor. Hz. Ebu Bekir, soruyor:
− Ne o, hayırdır? Seni sabahın bu saatinde evinden çıkartan nedir”?
− Ben münafığım!
− Olur mu? Sen iman etmişsin!