Bu, genel mânâda da böyle, özel mânâda da böyle!
Sevgi ateşini tutuşturan Cenâb-ı Hak’tır.
Etrafımda sevenlerim olduğunu görmezlikten gelmek, benim elimden gelmez! Cenâb-ı Hak sevdiriyor ki, seviyorsunuz, diye düşünüyorum. Ama, bunun hemen arkasından da şu açıklamayı ilave etmek istiyorum.
Ben o sevgiye lâyık olduğum için Cenâb-ı Hak beni size sevdirtmiyor! Ben, böyle bir sevgiye lâyık değilim. Bunun idrakı içindeyim. Cenâb-ı Hak, bizi size sevdirtiyorsa bu, benim bu sevgiye lâyık olduğumdan değil, buradan çıkan ilmi sizin değerlendirmeniz için, bu sevgiyi size vesile ediyor.
Çünkü, insan sevmediği birinin elinden baklavayı geri çevirir. Sevdiğinin elinden zehir içer!
İşte Cenâb-ı Hak, bu ilmi değerlendirmeniz içindir ki, gönlünüze bizim geçici bir sevgimizi ateşliyor; o sevgiyle siz, bize yönelip, bu ilmi alıp değerlendiriyor; özünüzdeki Allâh’a giden basamakları hızlı bir şekilde çıkıyorsunuz!
Demek ki, sevgi, kişinin mutlaka o sevgiye lâyık olmasından değil, başka bir sebepten dolayı da verilebiliyormuş. Burada bir başka hikmeti fark ettik.
Bunu fark etmenin benim yönümden faydası şu;
Haddimi bilmiş oluyorum. Varlığımda nem var ki, kendime özgü, kendime has hangi güzelliğim var ki söyleyeyim! Hiç!
Önemli olan kişiler değildir. Kişiler fânidir. İşte düne kadar burada idik. Yarın gidiyoruz. Sanki bir cenazeyi uğurlar gibi “Elveda!” diyoruz.
İnsanlara “elveda!” diyeceğiz ama, ilim her zaman bizimle beraber olacak. Dün kimlere veda edilmedi? Bugün kimlere veda edilmesin! Yarın, daha kimlere bütün kemâl ve güzellik Cenâb-ı Hakk’a aittir. O dilediği için burada onu görüyorsunuz.
Eğer Cenâb-ı Hak o güzellik ve kemâlâtını buradan çekerse bırakın sevgiyi, nefret bile etmezsiniz!.. Kalır bir köşede, unutulur, gideriz.
Öyle ise, içinizde bir sevgi varsa bu sevginin Cenâb-ı Hak tarafından size selâmeti ihsan etme amacı ile ateşlendiğini anlayıp, fark edin!
Veda sözcüğü, insanın tabiatına, doğasına ters düşüyor...
Bir kediye veda etmek üzer bizi... Bir kuşa veda etmek bile üzer bizi... Hele bir insana?
Hele hele bizde bir izi olan, bir kalem izi olan insana veda etmek elbette güçtür. Ama önemli olan şey; Allâh’ı görebilmek!
Allâh’ı Zâtı’yla göremezsiniz! Sûreti, şekli, özelliği olan bir varlık değildir O! O’nun ilmini, O’nun nûrlarını hissedebilirsiniz içinizde!
Biz, O’nun için varız ve er veya geç O’na döneceğiz...
Yarın hangi rütbede, makâmda veya koltukta olursak olalım, çırılçıplak gideceksin. Çırılçıplak derken benim bulunduğum yerdeki dostlarıma vasiyetim şu:
Beni kefene sarmayın! Benim üzerimde o gün için olan elbisemle gömün!
Hazreti Rasûlullâh, elbisesi ile toprağa gömülmüştü. Beni de O’nun gibi elbisemle toprağa verin!
Sonradan çıkarılmış kefen âdeti, bana göre değil!
Bugün, dünde eriyip gidecek! Elbiselerim toprak altında eriyip gidecek. Ve ben, yeni bir bedenle, yeni bir boyutta yaşama merhaba diyeceğim.
Ben, sizlerden biriyim. Sizler de benim gibisiniz! Sizler de benim gibi aynı âkıbeti paylaşacaksınız.
Sevdiğiniz, bağlandığınız ne varsa, ondan ayrılacaksınız. Eğer bu bağlanma çok güçlü ise, ayrılığın yanması o kadar fazla olacak.
Öyle ise şu gerçeği fark edelim:
Dünya’da yalnızca o ölüm ötesi boyuta, oranın şartlarına hazırlanmak ve oranın değerlileri arasında yer almak için varız.
“Etraf ne der” diyerek, yaptığınız her şey için pişmanlık duyacaksınız. İlmin gereği ne ise onu yaşamanız hâlinde de bunun nimetlerini tadacaksınız.
İmtihan dünyası demek yanlış bilgilerle, doğru bilgilerin size ulaşması ve sizin doğru bilgileri tercih etmeniz demektir.
Size, en yakınlarınızdan bile, yanlış bilgiler doğrultusunda davranış ortaya koymanız tavsiye edilir. Buna zorlanabilirsiniz. Buna karşı, onları kırıcı olarak reddetmeyin!
“Kusura bakma, deyin! Benim ilmime göre doğrusu budur ve ben yarın orada kendi ellerimle yaptıklarımın otomatik sonuçlarıyla karşılaşacağım. Eğer, senin dediğin yanlışsa, seni mazeret olarak orada ileri süremeyeceğim. Ne olur beni bunun için hoş gör, bağışla! Bırak, ben ilmimin gereğini uygulayayım. Sen de istiyorsan bu bildiğimin gereğini uygula! Neticede herkes gittiği o âlemde yaptıklarının neticesi ile karşılaşacaktır.”
Biz, dünyaya kavga etmek için gelmedik! Biz dünyaya didişmek için gelmedik! İnsanlarla kötü olmak için gelmedik!
Şayet bizi kötü olarak görenler varsa, en akıllıca iş olarak bizden uzak dursunlar. Biz bunu saygı ile karşılarız.
Allâh kolaylaştırsın bizden uzak durmayı, deriz.
Bizden kendilerine ulaşanlardan yararlananlar varsa, onlar da bizi bırakıp, o yararlandıkları ilimle yaşamaya baksınlar. Önemli olan ilmi paylaşmaktır.
Bunu elimizden geldiğince sizlerle paylaştık...
Sanıyorum, bugüne kadar anlattıklarımın bir çoğu henüz toplum olarak anlayıp, idrak edip kavrayacağımız şeyler değil! Belki zaman içinde yeni yetişen nesiller bunları daha iyi değerlendirecek.
Ama, önemli olan herkesin anlayabildiği kadarıyla bu ilmi değerlendirebilmesidir, gelecekte yararını kendisi görmek üzere!
Herkes yaptığını hayrıyla veya şerriyle zerresine kadar alıyor ve de alacak!
İşte bu yüzdendir ki, sizden bütün istirhamım; öncelikle çevresindekini ve karşısındakini düşünen insanlar olarak yaşamanızdır!
Daima karşınızdakini kendinize tercih edin; sakın “Önce ben!” demeyin!
Önce ben, derseniz, gelen o nimet karşınızdakine gider! Önce ben derseniz, gelen manevî nûr karşınızdakine gider.
“Önce sen!” derseniz o nimet sizden karşınızdakine ulaşır.
Allâh’ın sisteminde bilmediğimiz öyle sırlar var ki, bunları biz devamlı yaşıyoruz; fakat neyin ne olduğunu fark etmiyoruz. Allâh basîretimizi aça...