Zaman Kavramı
Israrla edilen dua, icabet işareti taşır.
Üç aylar hepinize mübârek olsun!
Regaib gecesi geçti. Önümüzde daha çok mübarek geceler var. Onları da en güzel şekilde değerlendirmeye bakın! Ne yapabilirseniz, kazancınız olur.
Bir daha böyle geceleri yaşayıp, yaşayamayacağımız meçhul! Ömrümüzün ne kadar olduğu meçhul!
Dolayısıyla önümüzdeki süreci en iyi şekilde değerlendirmek her akıllı kişinin boynunun borcudur. Zira burada zaman çok kısıtlı. Geçirdiğimiz zamanı biliyoruz da, ne kadar zamanımız kaldı, onu bilemiyoruz.
Zamanımız diyoruz... Kimimiz 30, kimimiz 40, kimimiz 50, kimimiz daha fazla yaşlarda!
Buradaki zamandan bahsediyorum. Bu bahsettiğim zamanın ölüm ötesi yaşamda hiçbir değer ifade etmediğini, orada geçireceğimiz zamana göre burada geçireceğimiz 50-60-70 senenin üç beş saniyelik değeri olduğunu bildiğiniz gibi, daha evvel anlattım ve yazdım...
Orada öyle bir zaman boyutuna giriyoruz ki, oranın gününe göre burası minik saliseler!
Oraya geçince, “Dünya’da bir saniye kadar mı yaşadık?” diyeceğiz...
Oraya gidip de, oranın zaman boyutu ile karşı karşıya kaldığımız vakit işte böyle diyeceğiz...
Peki? Şimdi burada bir zaman var. Kendimize göre uydurduğumuz, kabullendiğimiz bir zaman! Öldükten sonra da, kıyamete kadar olan devrede yine bir zaman kavramı var.
Muhyiddini Arabî’nin anlatımına göre:
“Cehennem, içinde girenler için üç bin senelik yol... Bin sene çıkış, bin sene düz gidiş, bin sene de iniş...” diye açıklıyor. Tabii ki, oranın zaman ölçüsüne göre...
Fakat, cehennemden çıktıktan sonra, çıkanlar için (oradan çıkıp cennet boyutuna girenler için) cennet boyutunda zaman var mı?
Şu anda Dünya’da yaşıyoruz. Ölüm denen olayla birlikte Dünya gözden kayboluyor; sanki Dünya hiç var olmamış gibi!
Nasıl ki, uykudan uyanan bir insan, rüyasında gördüklerini bir süre hatırlar, bilâhare o rüya silinir, gider; yani rüyanın ortamı ve yaşamı silinir hafızadan...
Aynı şekilde, ölümü tadan kişinin de hafızasından Dünya ve içindekiler kaybolup gider ve o “Kabir âlemi” denen, “Berzah âlemi” denen âlemde yaşamaya başlar...
Bu âlemde yaşam devam ederken belli bir süre sonra büyük kıyamet meydana gelir. Büyük kıyametle birlikte Dünya’nın manyetik alanı ortadan kalkar ve yeryüzünde yaşamış olan bütün insanlar tek bir platformda bir arada ve cehennem her bir taraftan, alttan, üstten, sağdan, soldan, her bir yandan bu platformu kuşatmış vaziyette!
İnsanların bu platformdan kaçmaları, cehennemin içinden geçerek kaçıp kurtulma şansları var.
Ve herkes kendi inancına göre, Dünya’da kazandığı ilmine göre, Dünya’da kazandığı belli güçlere göre, bu cehennem ortamının içinden geçip, dışarı çıkmaya çabalayacak.
Bu süreçlerde hep, zaman kavramı işliyor. Şu anda Dünya’da bu biyolojik madde bedenle yaşıyoruz. Ölüm dediğimiz olayla birlikte biyolojik bedenimiz ortadan kalkacak, beynimizin ürettiği aynen bu beden şeklinde olan ruh bedenle kalacak.
“Kabir” hayatında, bu bedenin son hâli olan şekildeki “ruh beden” ile yaşantımızı devam ettireceğiz.
“Mahşer” denen platformda da, gene bu bedene taalluk eden bu beden şeklindeki “ruh beden” şeklimizle yaşamımız devam edecek.
Fakat, cehennem boyutuna girdiğimiz andan itibaren, bedenimiz o ortama göre daha değişik bir şekil alacak, ancak gene “ruh beden” olarak...
Burada anlaşılamayan ve sorulan şu:
“Madde beden olmazsa beden azap çekmez”!!?
Bilimsellikten haberi olmayıp, çağlar öncesinin maddeci anlayışıdır bu; ve de onun sorusudur!
Gerçekte madde yoktur!.. Algılama vardır!
Algılama da bulunduğu boyutu “madde” diye değerlendirir, hangi boyutu algılarsa algılasın!
Bunu çok iyi anlayın!
Cehennemden çıkıp cennet ortamına girebilenler acaba nasıl bir ortamda yaşayacak? Orada zaman mefhumu var mı?
Dünya’da zaman var, kabir âleminde zaman var, kıyamette zaman var, mahşerde zaman var, cehennemde zaman var kendi boyut şartlarına göre!
Bunlara rağmen, cennet ortamında zaman kavramı yoktur. Çünkü cennete nûr yapıda girilecek, “nûr” yapılı ortamda da “ışık hızına” erişilir.
Işık hızına ulaşılan bir ortamda da artık zaman durur.
“Nûr beden boyutu” yani “cennet boyutu” ışık hızı boyutudur. Orada olup biten her şey “ışık hızı” ile ölçülebilecek şekilde olup biter. Işık hızı ile devam eden olaylar dolayısıyla, orada zaman kavramı olmaz! O nûrânî yapıda her şey, düşünce boyutunda oluşur. Düşünce boyutunda, “şöyle bir bedenim olsun” dersin; derhâl bedenin o düşündüğünün şeklinde olur, belirginleşir.
Düşünce boyutu, ışık hızından bile hızlıdır! Düşünce boyutunda zaman kavramı yoktur. Cennet ortamına gidenlerde zaman kavramı olmayacağı için “yaşlanmak” diye bir kavram da söz konusu değildir.
Orada sadece düşünsel beraberlikler ve düşünsel güzellikler yaşanır. Herkes düşünebildiği kadarki güzellikleri yaşayacaktır. Dünya’da düşünce, düşünebilme kapasitesini ne kadar arttırabilirse o insan, cennette de o kadar çok nimete kavuşacak.
Kişinin cennette erişeceği nimetler, Dünya’da erişebildiği düşünce kapasitesi kadardır.
Bu kapasitenin yükselmesi de Dünya’da yaptığın “zikirle” beynindeki açılım kadardır. Zikirle ne kadar açılım meydana getirebilirsen, o kadar ilmin artar. O kadar ruhanî kapasiten gelişir. Ve bunun sonucu olarak da o kadar Allâh isimleri sende açığa çıkar.
Ne kadar sende ALLÂH’ın yaratıcılık sıfatı açığa çıkarsa, o kadar da senin cennette yaratıcılığın meydana gelir ve o kadar büyük güzellikleri yaşarsın.
“Allâh” adıyla işaret edilen için zaman kavramı yoktur.
ALLÂH’ın Esmâsında var olmuş varlık eğer o boyutta kendisini tanırsa onun için de zaman kavramı kalmaz! ALLÂH’ın Esmâsının getirdiği güzelliklerin oluşturduğu bir ortamda yaşam sürer.
ALLÂH hepimize, bu güzellikleri yaşamayı nasip etmiş olsun ve bu güzellikleri anlayıp, idrak edip, hazmetmeyi kolaylaştırsın!
ALLÂH önümüzdeki günleri en iyi şekilde değerlendirmeyi bizlere nasip etsin!
Antalya, 15 Kasım 1996