Zikir denilen kelime tekrarları, holografik esasa göre varlığında mevcut olan evrensel özellikleri -Allâh isimlerinin mânâlarını- beyin kapasitesini artırmak suretiyle sana fark ettirir. Beyin kapasitesini ve enerjisini artırır. Mesela; Allâh’ın irade sıfatının adı olan “Müriyd” isminin belli bir sayıda tekrarı, kişinin irade kuvvetini artırır. “Kuddûs” isminin, “Müriyd” ismi ile birlikte tekrarı; kişinin her türlü kötü alışkanlıklardan arınması sonucunu doğurur. Sert mizaçlı, insanları kıran, taşkın, kontrol problemleri olan sinirli kişiler, “Haliym” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hâle gelirler.
Bunlar hep, beynin bu frekanslarda, beyin hücrelerini programlamasıyla gerçekleşir. Bu olay, bilimsel olarak yeni ispatlanmış ve Scientific American adlı ünlü Amerikan bilim dergisinin 1993 Aralık sayısında John Morgan imzasıyla yayınlanmıştır.
Beyinde kapasite genişledikçe, kişi, açığa çıkan özelliklerinin hakikati olan Allâh’ı daha iyi fark edip tanımaya başlar.
Allâh; ötede bir tanrı değil, evren ve içindeki her şeyi kendi varlığıyla, ilmiyle, ilminde, “yok” iken “var” kılan, yüce varlığın adıdır. Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -tasavvufa göre, zâtıyla, sıfatıyla, isimleriyle- mevcuttur.
Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beyin kapasitemizi geliştirirsek, o kadar Allâh’ı varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu fark ederiz.
Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda bu alt katmanda yaşayan canlı türlerinin bir kısmına da, dinde “Cin” adı verilmiştir.
Bunlar kendilerini, iletişim kurdukları insanlara, geçmişte yaşamış insanların veya evliyaların ruhları, ya da uzaylılar olarak tanıtıp, onları aldatmaktadırlar.
Bunların en büyük hilesi de İslâm dışı, Hint anlayışı olan reenkarnasyonu, kendilerine tâbi olanlara kabul ettirmeleridir. Bütün amaçları, insanların ölüm ötesi ışınsal yaşam boyutuna, güçsüz, “ruh” denilen bir tür ışınsal bedenlerle geçmelerini sağlamaktır ki, böylelikle onları o boyutta da esir alabilsinler. Bunun için de cinler, Kur’ân öğretisinden uzaklaştırıcı bilgilerle insanları şartlandırırlar...
Büyücülük ve cincilik, tümüyle İslâm dışı bir olgudur!.. Kur’ân bunu reddeder.
İslâm Dini’nde ilk ana prensip, Rasûlullâh tarafından şöyle konulmuştur:
“Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”...
İslâm Dini’nin en büyük düşmanları, dinden görünüp, şartları olabildiğince zorlaştırarak, insanları İslâm’dan, Allâh ve Rasûlünden uzaklaştıranlardır. Bunlar, ölüm ötesinde, Rasûlullâh’ın değil yüzüne bakmak, yanına yaklaşamayacaklardır.
Tamamıyla bilimsel gerçekler üzerine bina olunmuş İslâm, geldiği zamandaki şartlar nedeni ile pek çok konuda “mecaz”, benzetme yollu sembollerle anlatılmak zorunda kalındığı için, günümüzde, mantıksal bir temele oturtulamamakta ve bu yüzden de inkâra gidilmektedir. Oysa konu, ön yargısız ve bilimsel bir bakışla irdelenirse, görülecektir ki İslâm, bırakınız çağımızı, daha birkaç asır sonrasının bilimine dahi ışık tutacak gerçekleri ihtiva etmektedir.
Ne var ki, olayın yüzeyinde kalan bazı insanlar, ön yargılı biçimde, bilimsel ya da düşünsel boyuttaki gerçekleri tartışmak yerine, peygamberin bedensel, o devrin şartlarına, örf ve âdetlerine uygun düşen yaşam biçimi ile ilgilenerek, kısacık ömürlerini dedikodularla israf etmektedirler.
Bizim için önemli olan; dikkatle ve gerçekçi bir biçimde olayları değerlendirmektir...
Kur’ân nâzil olmadan önce, o toplulukta bir erkek, çok sayıda kadını mal gibi (!) alıp satarken, bunları çocuklarına miras bırakırken; Kurân’ın, erkekleri, azami dört eş ile sınırlaması ne kadar büyük bir devrimdir, acaba farkında mıyız?..
Yirmi beş yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadın ile evlenen; yirmi beş sene yalnızca onunla beraber olan; 50 yaşında iken yalnızca 65 yaşındaki bu hanımla yaşayan bir Zât’ın, kadına düşkünlüğünü hangi normal akıl sahibi öne sürebilir?..
Hz. Muhammed’in Varlığın özü, aslı, hakikati, “Allâh”ı bildiren “Rasûlullâh” oluşunu değerlendiremiyorsak; hiç olmazsa, ölüm ötesi sonsuz yaşam saadetine vesile olma göreviyle gelen “Rasûl” oluşunun yüceliğini fark edelim de, işin dedikodusunu bir yana bırakalım.