Algılamaya GÖRE var kabul edilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki O, şeylerin toplamı değildir! Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayaldir!
Holografik bir tümellik olan ana yapı, bizim “Evren” değimiz hâlde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek suretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLÂH” vardır ve O’nun yanı sıra hiçbir şey yoktur!
Holografik kuantsal yapıya göre, her şey bilinçli ve hatta canlıdır! (Esasen bilimsellikte canlı-cansız kavramları artık bir değer ifade etmemektedir.)
Tümel yapıda, çok çeşitli titreşimlerin oluşturduğu çok farklı bilinçli birimler ve katmanlar mevcuttur. Biz insanlık, mevcut olan sayısız boyutlardaki sayısız katmanlardan yalnızca birini oluşturuyoruz.
Evrende yaşam, sayısız boyutlarda, çeşitli katmanlardan bir diğerine dönüşmeler ve boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam eder... İnsan adıyla işaret edilen bilinçli varlık da, çeşitli dönüşümlerle farklı boyutlarda yaşamına sonsuz bir biçimde devam eder.
Son Nebi Hz. Muhammed (aleyhisselâm) bu evrensel gerçeği kendi hakikati olan “ALLÂH”tan aldığı ilimle, sistemi “OKUMAK” suretiyle, 1400 yıl önce açıklamış; insanların tanrıya tapınmamalarını, “ALLÂH”ın TEK’liğini; insanların biyolojik beden boyutundan “RUH” beden boyutuna (bir tür ışınsal boyut) geçiş yaparak yaşamlarına devam edeceklerini belirtmiştir.
Bunun yanı sıra insanların geçecekleri bu yeni boyuta ancak dünyada iken hazırlanabilecekleri gerçeğine dayalı bir biçimde birtakım çalışmalar yapmaları zorunluluğunu da açıklamış ve bu konudaki önerileri bildirmiştir.
Nebi, bu konuda Allâh ADINA uyarılarını yapmış ve görevini tamamlamıştır. Artık O’ndan sonra hiç kimse Allâh ADINA konuşma ve yargılama yetkisine sahip değildir. Herkes ilmi kadar Allâh ve İslâm “HAKKINDA” konuşabilir; fakat “ADINA” asla!
Nebilerin önerileri, yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insanadır, devlete değil! Ölüm ötesinde devlet yoktur, insan vardır! “İnsan kendisini ölüm ötesi yaşamın şartlarına hazırlasın” diye DİN gelmiştir.
Devlet rejiminin dinle alâkası yoktur; dinin muhatabı devlet değil, ferttir. Ferdin muhatabı da, dinî ünvan veya etiketli kişiler, kuruluşlar, teşkilatlar, topluluklar değil, bizâtihi, dini kendisine tebliğ eden Rasûlullâh Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dır.
İslâm Dini’nde Kurân’a göre “zorlama yoktur”!..
Kişiye, ölüm ötesinde kendisine yarar sağlayacak öneriler yapılmıştır; isteyen bunları gönül hoşluğuyla değerlendirir, isteyen de aldırmaz; sonuçlarına ölüm ötesi yaşamda da kendisi katlanır!.. Zorlama, iki yüzlülük ve münafıklığı oluşturur ki, bu da İslâm’da yerilmiştir.
İslâm’daki öneriler bir “paket” değildir!
Yani, “Ya hepsini yaparsın, ya da hiçbirini yapma!” anlayışı, tümüyle İslâm dışı bir anlayış ve anlatıştır. Herkes bu önerilerden gücünün yettiği kadarını yerine getirir, bu kazancıdır; yapamadıkları ise eksiği...
Din’de, para karşılığı yapılan her çalışma geçersizdir! Para ödenmediği takdirde yapılmayacak olan bütün fiiller, para için yapılıyordur ki, bunlar asla ibadet sayılmaz.
İslâm Dini’nde, din adamları sınıfı yoktur! Kişi ile, bildirimi yapan Rasûl arasına; hangi dinsel hüviyet ve etiketi taşırsa taşısın, kimse giremez! Kimse, Rasûl dışında bir şahsa tâbi olmakla mükellef değildir. İslâm Dini, hiçbir fert veya kuruluşun kaydında veya tekelinde değildir. Herkes kendi dinini orijinal kaynaklarından aslına uygun şekilde öğrenmek, bildiklerini elinden geldiğince uygulamak durumundadır. Yanlış bilgilenen kişi, bunun sorumluluğunu yüklenir ve bu, asla mazeret olmaz!
İbadet adı altında, Rasûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle,yukarıdaki, ötemizdeki bir tanrının gönlünü hoş etme amacına dönük değildir. Evreni yoktan var kılan Allâhİsmiyle İşaret Edilen’in, insanların hiçbir çalışmasına ihtiyacı yoktur. Aldığın gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.
Yapılan tüm ibadetler, fiziksel ve zihinsel yanlı yararlar olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel yanın yararları, zihinsel çalışmaları güçlendirerek, beyin kapasitesini artırır ve dolayısıyla ruhu kuvvetlendirir.