Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir Tanrı mevcuttur!!?
Burada idrak edilmesi en önemli olan şey; “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır...
Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk” kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım...
Gerçekte, mevcut olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK’tir!.. AHAD’dır!.. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda kendisinin dışında hiçbir şey olmayan “ALLÂH AHAD”dır!..
Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!.. Çünkü, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!..
Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı verileri sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse...
Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse... Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile karşılaşsa... Ve nihayet kendi “ben”liğinin dahi o evrensel “ÖZ” içinde “yok” oluşunu fark edebilse...
İşte bu işin çok önemli bir yanı...
Konunun ikinci önemli yanı da şurası...
Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH”, “AHAD” yani sınırsız-sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şâmil bulunduğuna göre; bu takdirde O’nun varlığı yanı sıra, var olabilecek ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O’nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!!
“AHAD ALLÂH” dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, Tanrı’nın yeri neresidir?..
“ALLÂH”ın içinde mi, yoksa dışında mı?!!
“ALLÂH”, sonsuz-sınırsızdır, dedik...
“ALLÂH”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir...
Hâlbuki, “ALLÂH”ın sınırı yoktur...
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..
Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır, kabuğu vardır!.. Oysa, merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından söz edilemez!..
Nitekim bu mânâ Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette şöyle vurgulanmaktadır:
“Hû’vel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın”
“HÛ’dur; Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın...” (57.Hadiyd: 3)
Yani; Zâhir, Bâtın, Evvel ve Âhir diye bildiğin hep “O”dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zâhir ve bâtındiye iki ayrı şey yoktur!
“Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın” kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep “O”dur!..
Sen, “O”na, ister “Zâhir” de, ister “Bâtın” de, ister “Âhir” de, ister “Evvel” de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep “O”dur!..
Zira, zâhir-bâtın ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine “zâhir” diyorsun, algılayamadığına “bâtın”!..
Oysa altı, yedi, on iki duyu ile algılama durumunda olsaydın, senin için zâhirler de değişecekti, bâtınlar da!.. Ve sen, bugün zâhir dediğine bâtın, bâtın dediğine zâhir demek durumunda olacaktın.