Yasalar, ruhuyla var olan varlıklardır; yalnızca lafzıyla var kabul edildiği zaman, amaçtan SAPMA meydana gelir!!! Hâkimin vicdanı, yasanın ruhuyla olayı değerlendirmeyi sağlamak içindir!
İşte Kur’ân-ı Kerîm’i “OKU”mak için de, âyetlerin o olayda hangi amaçla, erkeğe veya kadına ne kazandırmak gayesiyle nâzil olduğuna bakmak ve ona göre değerlendirme yapmak gerekir!
Dünya’da, insanlık tarihinde en büyük devrimleri oluşturmuş olan Kur’ân-ı Kerîm’in bu “RUHU”nu algılayamayarak, lafzında kalıp; işte insanlara kazandırdıkları bundan ibarettir; bunun ötesini de vermemektedir, yasaklamaktadır demek, en büyük gaflet ve zulümdür!
Köleliğin yerleşik olduğu toplumda, insanları kölelikten azât etmenin en büyük ibadetten sayılacağını anlatan ve böylece köleliğe son vermeyi amaçlayan bir bakış açısını; İslâm, köleliği kabulleniyor, diye empoze edip, gerçeği saptırmak yalnızca art niyetlilikle tanımlanabilir.
İnsan haklarına tecavüzü engelleme dışında, hiçbir konuda zorlayıcı olmayan İslâm Dini’ni; Rasûlüne dahi, “Sen onlar üzerine zorlayıcı değilsin” âyetine rağmen, zorlayıcı ve baskıcı bir din anlayışı diye itham etmek çok büyük bir haksızlıktır ve Kur’ân “RUHU”nu hiç algılamamış olmanın açık bir ifade şeklidir!
Dünya’da en geniş şekliyle demokrasi, yalnızca İslâm Dini prensipleri içinde vardır; çünkü hiçbir konuda insanlara zorlama yoktur Kur’ân-ı Kerîm’de!
Kur’ân-ı Kerîm, insanlara geleceklerinin huzur ve saadet getirmesi için gerekli olan fikirleri TEKLİF EDER; bunları uygulayanların kazançlı çıkacağını; uygulamayanların da karşılacakları şartlar dolayısıyla büyük pişmanlığa düşeceklerini ve bunu asla telâfi edemeyeceklerini hatırlatarak; yapmaları gerekenleri bildirir... Bundan sonra ne bir ferdin, ne de devletin kişi üzerinde, bunları uygulama konusunda ZORLAMA yetkisi yoktur, İslâm Dini’nin “RUHU”na göre... Çünkü herkes, kendi aklı ve mantığıyla bu teklifleri değerlendirecek; dilediğini, kimsenin baskı ve zoru olmadan yapacak; sonucuna da katlanacaktır!
Gâfillerin veya cahillerin Kur’ân-ı Kerîm’in “RUHU”nu okuyamamaktan dolayı edinmiş oldukları yanlış kanaatler, İslâm Dini’ni bağlamaz!
Kur’ân-ı Kerîm’i “OKU”yamayanların yanlış yorumlarına kapılıp, İslâm’dan ve Kurân’dan mahrum kalmanın mazereti olmaz!
Her FERT, Kurân’ı “OKU”mak ve İslâm Dini’ni bizâtihi öğrenmekle mükelleftir, kendi geleceği açısından; yanlışları hakkında, “Çevremdeki müslümanlar böyle yapıyorlardı...” mazereti asla geçerli değildir; dini, müslümanlara bakarak değil, Kurân’a bakarak öğrenmek herkes için farzdır... Bunu yapmayan, sonuçlarına âhirette katlanır!
Öyle ise, artık fark etmeliyiz ki...
Kadın-erkek tüm inananlara “Halife” olarak yaratılmış bulunduklarını fark ettirmek ve gereğini yaşatmak için; ölüm ötesi yaşam şartlarını bildirip, ölüm ötesi yaşamın güzelliklerinin elde edilmesinin öğrenilmesi amacıyla nâzil olmuş bulunan Kur’ân-ı Kerîm’i “OKU”mak ve değerlendirmek, kişinin kendisi için yapacağı en yararlı çalışmadır... Dileyen bunu yapar, semeresini elde eder; dileyen de önemsemez ve sonuçlarına âhirette katlanır!
Ne “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin, ne de Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın, bizlerin ne imanına ne de imanın gereği olan fiillerimize ihtiyacı yoktur; her şey ferdin geleceğiyle ilgili olarak FERDE teklif edilmiştir...
Ne mutlu Kur’ân-ı Kerîm’i “OKU”yup gereğiyle yaşayabilenlere...