AYRICA... Benim kişisel kanaatim olarak, kimseyi bağlamaz; fakat Kurân’ı daha gerçekçi değerlendirmeye vesile olur diye düşünerek belirtirim ki...
Kur’ân bu hükümleri getirirken, dememiştir ki; bu hakları arttırıp eşitliği sağlamayın, burada kalın ve ileriye gitmeyin, kadınlar ikinci sınıf olarak kalsın; tekâmül etmeyin!
Sayısız dişi alma hakkını, bir aşama olarak, dört ile sınırlarken; tek eşle yaşamanın çok daha yararlı olduğu yolunda uyarısı vardır; ve bu hedef olarak gösterilmiştir...
Zekât; asgari insanların hakkı olarak gösterilirken, sadaka adı altında varlığındakileri olabildiğince insanlarla paylaşmanın faziletinden söz edilmiştir...
Yani, kadına edindirilen haklar, nihai son hak, son sınır değil; toplumun, erkeklerin ve kadınların tekâmülü nispetinde, geliştirilecek haklar manzumesinin temelidir...
Söz hakkı olmayan kadına, iki kadından biri olarak “şahit” olma hakkı kazandırılmış ise; bu ebeden bu kadardır, anlamında değil; kadının kendini geliştirmesi oranında erkekle eşit hakları olabileceğine işaret anlamındadır, kanaatimce!.. “Söz hakkı olmayanın”, hiç olmazsa ikisi bir arada insan olarak yaşayıp, “şahit olmasına” olanak sağlanmıştır... Ama zaman içinde toplum olarak, kadının değerini anladığınız zaman; onun da sizin gibi Allâh kulu olduğunu, insan olarak ve “HALİFE” olarak yeryüzünde yer aldığını fark ettiğiniz zaman, tek başına, erkekle aynı haklara sahip olmasını engellemeyin, anlamında olarak...
Bir toplum, kadına bir erkekle beraber tek başına şahit olma hakkı tanıyorsa, bu asla Kurân’ın “RUHU”na ters düşmez anlayışıma göre; ve hatta evlâ olan da budur!
Mirasta payı olmayan kadına, hiç değilse erkeğin yarısı kadar hak edindirilirken o günkü şartlara göre; bu demek değildir ki, sakın ola fazlası verilmeye!.. Aksine eşit pay verilmesi, toplumun, Kur’ân “RUHU”na göre gelişme göstermesinin işaretidir...
Yani Kur’ân “RUHU”, geriye dönmeye taban sınır getirmiş bu hükümlerle; fakat ileriye doğru uygulamaları asla sınırlamamıştır; anlayışıma göre...
İşte getirdiği, ileriye dönük sınırlaması olmayan insan haklarıyla; ihtiva ettiği bu ilerisi açık anlayış dolayısıyla, artık Kurân’dan sonra yeni bir kitap gelmesine gerek kalmamış ve Hz. Muhammed (aleyhisselâm) “Hâtemin Nebi” olmuştur!
Ölüm ötesi yaşam şartları ve Allâh’ı bilme yönleri itibarıyla Risâlet yollu sistemi açıklayan Kur’ân; “Nübüvvet” yoluyla da insan haklarını o günün şartlarında olabildiğince iyileştirmiş, geliştirmiş ve bunları asgari-taban sınır olarak tespit edip; bunun zaman içinde daha da geliştirilmesini yasaklamamıştır!
İşte bu temel prensip, anladığım kadarıyla, “Kurân’ın RUHU”dur; ki O Azîz “Kitap”ın, sonsuza dek geçerliliğini; ve başka bir kitap gelmesine ihtiyaç duyulmamasını temin etmektedir!