“Nübüvvet” görevi dünya yaşamıyla ilgili bir görevdir ve “Nebi”nin âhiret yaşamına intikâliyle son bulur... Esasen “Nübüvvet”; “Hâtemin Nebi” olan Muhammed Mustafa ile son bulmuştur; O’ndan sonra kıyamete kadar başka “Nebi” gelmez.
“Nebi”lerin bazıları aynı zamanda “Rasûl”dür... “Risâlet” işlevi olan “Rasül”lük ise kıyamete kadar geçerli bir görevdir.
“Nebi”lik geçicidir; “Rasûl”lük ise asâletendir ve dünyadan ayrılmakla son bulmaz, zira kendini tanımanın sonu yoktur ve dolayısıyla bu işlev sonsuz devam eder “Rasûl”ler için... Bu yüzdendir ki bizler, İslâm Dini’ni kabul ve tasdik anlamında ifade ettiğimiz “Kelime-i Şehâdet”te Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın “Rasûl” oluşuna şehâdet ederiz; ki bu onun sonsuz işleviyle ilgilidir. Bu yüzden“AbduHÛ”dan sonra“NebiyyiHÛ”değil, “RasûluHÛ” deriz...
“Risâlet” ve “Nübüvvet”, “velâyet”in içindeki üst sınıftır... Tıpkı “askeriye” genel tanımı içinde “generaller” sınıfı gibi...
“Nübüvvet”; içinde yaşanılan topluma, onlara âhiret saadetini kazandıracak olan yaşam şartlarını bildirmek ve o insanları bu şartlara göre yaşamaya davet etmek işlevidir.
“Risâlet”; içinde yaşanılan topluma, kendi hakikatlerini bildirmek ve bunun gereğini yaşayabilmeleri için gerekli olan çalışmaları ve yaşam biçimini tebliğ ederek, onlara bu yolda yol göstermektir.
“Ulül Azm” ise; hem “Nübüvvet” hem de “Risâlet” işlevini deruhte eden zâtlara verilen isimdir.
“Velâyet”; Hakikatini bilmek ve gereğini yaşamaktır.
Toplumla ilgili hangi işlevler “Nübüvvet” kapsamında ise, o işlevlere işaret edilirken Kur’ân-ı Kerîm’de, “Nebi” kelimesi kullanılmıştır...
Toplumla ilgili yani dışa dönük olarak, hangi işlevler “Risâlet” kapsamında ise orada “Rasûl” kelimesi kullanılmıştır...
Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi kemâlâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “velî” kelimesi kullanılmıştır.
Yani “velâyet” hakikatine dayalı bir şekilde, dışa dönük görev alan yüksek kemâlât sahibi zevâtın bu durumuna “Nübüvvet” ve “Risâlet” adları verilerek; onlar, genel olarak içe yani kendilerine dönük kemâlâtı yaşayan “velî”lerden ayrı bir sınıfta anlatılmışlardır.
Eğer bu tanımlamalar istikametinde yeniden okunursa ilgili âyetler, çok daha değişik boyutlarda mânâlar karşımıza çıkar...
Öte yandan...
Bir diğer tanımlama ile, şeriat getiren “velî”lere “Nebi”; şeriat getirmeyip, insanları hakikatlerinin gereğini yaşamaya davet edenlere “Rasûl”, böyle bir davet görevi almamışlara da “Velî” denilmiştir...
“Velâyet” babadan oğula geçen saltanat değil; kişinin hakikati olan “Allâh” adıyla işaret edileni yaşamasının sonucudur.
“Velâyet” kemâlâtının dayandığı hakikatin, bir “Nebi” veya “Rasûl”de tenezzülat hükmüyle açığa çıkan ilmine “vahiy”, velâyet kemâlâtının urûc hükmüyle bir “velî”de açığa çıkışına da “ilham” denilir.
“Peygamber” kelimesi kullanıldığında bütün bu işaret ettiğimiz gerçekler örtüldüğü gibi; bunların sonucu olan pek çok sırlar daha ehlinden saklanmış olmaktadır...
Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçesiyle ibadet olmaz!
Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçeye çevirisi olmaz!
Kur’ân-ı Kerîm anlaşılmak ve gereği yaşanmak için geldiği için de herkes anladığı kadarıyla, “Benim anlayabildiğim kadarıyla Kur’ân” başlığı altında anladıklarını açıklar... Buna kim ne isim verirse versin...
“Tanrı”lar “ulu” olabilir...
“ALLÂH” ise “EKBER”dir!
Bizim keşfimizin bildirdiği hakikat budur... Gerçeğini Allâh bilir!
Ves Selâm...