1. ALLÂH MERHAMETLİ DEĞİL, MERHAMETİ YARATANDIR! Dilediği yerde merhameti açığa çıkartır! Allâh sistemi (Sünnetullâh) işleyişinde merhamet YOKTUR! Bunun için “ALLÂH’TAN KORKUN” denmiştir. Yaptıklarınızın düşündüklerinizin hesabını verip sonucunu yaşayacaksınız!

  2. BEYEFENDİLER ANLAYAMAZ! Niçin aydın, sorgulayan, düşünen kesimin hızla müslümanlıktan uzaklaşıp DEİZME yöneldiğini! Niçin insanların camilerden ve din adamlarından uzaklaştığını! Niçin toplumda Allâh korkusu kalkıp, büyük çoğunluğun nefsi için elinden geleni ardına koymadığını! Niçin hak hukuk adalet kavramlarının artık insanlara yön vermediğini! Bilgili Din adamlarının yayın organlarında yer almadığını, alanlarında eğlencelik amacıyla izlendiğini... Toplumda DİN kavramının ciddiyetini kaybettiğini! ÇÜNKÜ… İmam Hatip okullarından yetişenler, YUKARIDA ALLÂH VAR; TEK TANRI VAR O DA ALLÂH, anlayışında olarak camilerden, tarikatlardan insanlara hitap ederek, yarın kurallara uymayanları cehenneme atacağını anlatmaktalar. Tüm din eğitimi sistemi de bu anlayışa göre kurgulanıp insanlara DİN BU, diye anlatılmaktadır. HALBUKİ… Asırlardan beri DİN anlayışını yayan ünlü tasavvuf önderlerinin, “Allâh her zerrede ve zerrende mevcuttur, kendini TANI ki Allâh’a eresin. Dünyada varoluşunun tek amacı vardır, o da HAKİKATİN OLAN ALLÂH’I TANIYARAK BU İDRAKLA SONSUZ YAŞAMA GEÇMEKTİR” şeklinde özetleyebileceğimiz anlatımlarının ortadan kalkmasıdır. “ÂHİR ZAMANDA İLİM YERYÜZÜNDEN KALDIRILIR” şeklindeki hadis bu duruma işaret eder. İşte bu yüzdendir ki insanlar gökte Allâh var, seyrediyor, yaptığını beğenmezse seni cehennemine atacak; saçının teli görünürse cehennemliksin, erkeğe kadına bakarsan yanacaksın anlatımlarını ciddiye almayıp, hatta dalga geçmektedirler! ÇÜNKÜ DÜŞÜNEN, SORGULAYAN, ARAŞTIRAN YENİ NESİLLER, MİLYARLARCA GALAKSİDEN OLUŞTUĞU ALGILANAN EVRENDE, GÖKTE, ÖTEDE, ÖTENDE BİR TANRININ (ne isimle anarsan an) var olamayacağını kavramaktadırlar... HUZURUNA ÇIKACAĞIN, KARŞINA GEÇİP SENİ HESABA ÇEKECEK BİR TANRI kabulü yeni nesillerce mantıklı görülmemektedir! Dolayısıyla da tüm evreni var eden bir KUDRET VARDIR, kabulüne geçerek DEİZME yönelmektedirler! İmam hatip ve ilâhiyatçıların YUKARIDA ALLÂH VAR anlayışına dayalı DİN EĞİTİMİ iflas etmiş; ilim yeryüzünden kaldırılmıştır. Tüm İslâm ülkelerindeki durum budur! Ve bu yüzdendir ki din eğitimini İmam Hatip okullarından, İlâhiyat Fakültelerinden almış BEYEFENDİLER HEM HASAR TESPİTİ YAPAMAMAKTA HEM DE KALMIŞSA BİRKAÇ GERÇEK DİN ÂLİMİNE ÇAMUR ATMAKTADIRLAR. Arkasında devlet desteği olmayan, çıkar sağlamak için DİNİ kullanmayan, FİYSEBİLULLÂH ASIRLARIN GERÇEK DİN ANLAYIŞINI, ÖZGÜN KANALLARDAN İNSANLARA DUYURMAYA ÇALIŞANLAR HOR GÖRÜLÜRKEN; DİN SIRTINDAN ZENGİN OLANLAR, YÖNETİMLERDE YER ALANLAR BAŞTACI EDİLMEKTE; BUNUN ÇOK BÜYÜK VEBALİNİN SONUÇLARI HİÇ HATIRA GETİRİLMEMEKTEDİR! OYSA BİLİNE Kİ! Kurân’a göre İsmi “ALLÂH” olan, yalnızca ve sadece var olandır; O’nun gayrı olan, yanı sıra var olan hiçbir şey yoktur! Çağdaş bilim de bilebildiğimiz evrende, kuantum TEKİLLİK yanı sıra hiçbir şeyin var olamayacağını dillendirmektedir. “Adı” ALLÂH OLAN, BU İSİMLE İŞARET EDİLEN, KENDİSİNDEN GAYRI OLMADIĞI İÇİNDİR Kİ, HER ZERREDE TÜM VARLIĞIYLA MEVCUTTUR; çünkü varlığı bölünmez, parçalanmaz, cüzlere ayrılmaz varlıktır; sonsuz sınırsız ilimdir! Çağdaş bilim de derki, evren tümüyle HOLOGRAFİK EVRENDİR; varlığın tümünde var olan, evrendeki her zerrede de aynıyla mevcuttur! BU YÜZDENDİR Kİ… İSLÂM DİNİNİ VE KURÂN’I DİLLENDİREN ALLÂH RASÛLÜ MUHAMMED a.s., tanrıya tapınma anlayışındaki din anlatımlarının ötesinde, HAKİKATİN OLAN ALLÂH ADIYLA İŞARET EDİLENİ KEŞFET VE TANI, temasına dayanan bir anlayışı insanlara fark ettirmeye, buna iman ettirmeye çalışmıştır. İmkân olsa saatler boyu tüm detayları ve delilleriyle bu konuyu Rabbimin lütfu kadarıyla açıklayabilirim… VARLIĞININ ALLÂH İSİMLERİNİN ÖZELLİKLERİYLE NASIL OLUŞTUĞUNU, NEDEN BUNU KEŞFETMEN GEREKTİĞİNİ İZAH EDEBİLİRİM. AFFEDİN BEYEFENDİLER! Yetiştirildiğiniz ve sorgulamaksızın inandığınız Din anlayışınıza uymayan asırların HAKİKAT İLMİNİ hem de ÇAĞDAŞ BİLGİLER EŞLİĞİNDE, MECRAMIZ OLAN İNTERNET, X ÜZERİNDEN insanlara ulaştırmamızı. 60 küsur yıllık çalışmamızın hoşunuza gitmeyişini! Saygılarımla.

  3. NE YAZIK Kİ… İNSANOĞLU HEP İLÂHLAŞTIRACAK BİR ŞEYLER BULMUŞ; ONA YAPIŞMIŞ, ÂDETA TAPINMIŞTIR! İlâhmışçasına kabul edilip, âdeta tapınılan, sözü sanki Tanrı kelâmı kabul edilen nice din adamları, mezhep imamları, siyasi liderler, kült önderleri günümüzde dahi hayatiyetini korumaktadır! Bakın GERÇEK ŞUDUR! Rasûlullâh a.s. KUR’ÂN isimli bilgi kitabındaki, “ALLÂH” ismiyle işaret edileni, ne olduğunu; insan denilenin, ölümlü, topraktan (metafordur) yaratılmış hayvan bedeni olmayıp; ölümsüz (wave/data/şuur) yapı olduğunu VAHYE DAYALI olarak vurgulamış, açıklamıştır. İŞTE RİSÂLET denilen işlev de budur. Din de budur! DİN FERDE GELMİŞTİR, ÖLÜMSÜZ YAŞAMINI, BU GERÇEKLİK DOĞRULTUSUNDA DÜZENLENMESİ İÇİN! Sonra ne olmuş? Bu bildirilenlere fıtratları gereği ilgi duyanlar gerek KUR’ÂN ve gerekse RASÛLÜN bildirimleri doğrultusunda konuyu irdelemişler ve anlatılan sistemi çözmeye çalışmışlardır. Bunların da büyük çoğunluğu gene fıtratları gereği, anlatılanları birebir kelime bazında madde düzeyinde kabul ederek somut bir din ve dahi elli ayaklı, farklı bir insan türüymüşçesine TANRI, anlayışına sapmış; kimileri de yaşamın ve insanın gerçekleri doğrultusunda anlatılanları değerlendirerek, bu METAFORİK anlatımların nelere işaret ettiğini çözerek İNSANIN HAKİKATİNİ KEŞFEDİP o doğrultuda taklitsiz yaşamıştır. Durum bu olunca da çok geniş halk kitleleri, ana kaynaktakileri sorgulayacak özelliğe sahip olmadıklarından, ya kendi anlayış kapasitesine uygun olan birine takılmış, ya da çevresinin ittirmesiyle bir MEZHEBE (ANLAYIŞA) tâbi olup, o anlayışın önderini ilâhmışçasına kabul etmiştir! Kendi gibi olmayanları da dışlamış ve hatta küfürle itham etmiştir! Sosyal ve siyaset dünyasında da durum bundan farklı değildir! DÜŞÜNENLER, DÜŞÜNDÜKLERİNİ AÇIKLAYANLAR; SORGULAYAMAYIP, DÜŞÜNENLERE TÂBİ OLANLAR! DİN, İNSANLARIN TAPINMAYI TERK EDİP; HAKİKATLERİ OLAN ALLÂH ADIYLA İŞARET EDİLENİ FARK EDİP; O’NA KULLUK ETMEKTE OLDUKLARINI FARK ETTİRMEK İÇİNDİR! Her an, HAKİKATİN OLAN ALLÂH kulluğu hâlinde yaşamakta iken; kula kul olma, ÖLÜMSÜZ İNSAN olmanın şerefiyle yaşa, demektedir DİN! RASÛLULLÂH’a, ya iman edenler vardır ya da bildirdiği gerçekleri yaşayarak ikâna ulaşmış, imanı aşmış olanlar vardır. OYSA, gerçeği arayan insanın, TEK MUHATAP OLMASI GEREKEN KİŞİ RASÛLULLÂHTIR! O, MUTLAK GERÇEĞİ DİLLENDİREN TEK KİŞİDİR! Diğer istisnasız herkes, onun bildirdiklerinden yola çıkarak, potansiyeli kadarıyla anlatılanları değerlendiren zevâtlardır ki; İLİMLERİNDEN İSTİFADE EDİLMEK ÜZERE VARDIRLAR, TÂBİ OLUNMAK, TAKLİT EDİLMEK, HELE HELE TANRIYMIŞÇASINA TAPILMAK İÇİN DEĞİL! İnsan olmanın yolu, kendi yolunu kendinin çizmesinden geçer. Çünkü, bedeni terkten sonraki yaşam, AYNEN rüyada olduğu gibi, YALNIZ OLARAK, dünyada edindiklerinin sonuçlarını yaşamak üzere oluşmuştur! O süreçte KİMSENİN KİMSEYE YARARI OLMAZ! Bu yüzdendir ki, sonsuz geleceğinizi kurgulamakta olduğunuz şu süreçte, başkasının kopyası, kuklası, kulu olmak yerine… Anlatılmış YAŞAMIN GERÇEĞİ doğrultusunda, ALLÂH ismiyle neye işaret edilmiş olduğunu, toprakta yaratılmış EVRİLMİŞ ölümlü bedeninizin ÖTESİNDEKİ, ÖLÜMSÜZ, RUH ismiyle işaret edilmiş KUANTUM esaslı ŞUURUNUZU tanımaya çalışın. Unutmayın ki, dinde önerilen koşulların çoğunun nedeni, kendiniz sandığınız hayvan beden kabulünden arındırmak içindir. Bu konuda daha konuşulacak anlatılacak pek çok şey var ama… Neyse… Allâh farkındalığımızı arttıra; kendisine yönelmemize engel olan beşeriyetimizden arındıra! “Allâhümme euzü biizzetike ve bikudretike min şerre beşeriyeti” demiş bir zât! “Allâhumme euzü bike minke!” “Hakikatim olan sana sığınırım senden!” RASÛLULLÂH’ın duası.

  4. İster yeni bir yılın başındayız deyin, ister üç aylara girdiğimiz günler deyin... Yeni bir başlangıçlar sürecindeyiz... Şu kısa zamanda çok sürpriz olaylar yaşadık, arkası da çok daha fazlasıyla gelecek görünüyor! Dünya ve insanlık, insanlar kabuk değiştirme, anlayış değiştirme devresinde! Pek çokları DÜN YAŞADIKLARINI HAZMEDEMEZKEN, DAHASI DA YOLLARDA! Yaşam, yaşadıklarını HAZIM işidir! Hazmedemediğin ilim sırtında yüktür! “Ben dilediğimi yaparım!” diyen, muhatabın Allâh’ı göremiyorsan, tek sonuçla karşılaşırsın, YANMAK! O yüzden demişler, yaşadıklarından RAZI OL; çünkü olan olacaktı ve olmama ihtimali de yoktu! Evet yaşadıklarımız, ya rıza lokması olarak boğazımızdan geçer, ya da boğuluruz. Allâh rıza ve teslimiyet ehlinden olmayı kolaylaştırsın yeni yılda, yeni üç aylarda! 

  5. ADINI UNUT; Bakî kalandır HÛ! Aşikârdır Zât-ı Hak …

  6. İnsana hayatta en keyif veren mutlu eden şey, gerçek sevenlerinin olmasıdır. Gerçek Seven ile seven arasındaki tek ana fark da ÇIKARSIZ SEVGİDİR! Seni, paran için, güzelliğin, etiketin, ilmin için, başkaları sevdiği için vs. seven ÇIKARI İÇİN SEVİYORDUR. Bunların arkası kesildiği anda, sevgi kalmaz, unutulursun! Gerçek sevenin ise, seni çıkarsız sevendir; paran tükense de güzelliğin solsa da, yaşlanıp işe yaramaz hale gelip yük olmaya başlasan da, etiketin gitse de, artık verecek ilmin kalmasa da, etrafında sevenlerin olmasa da, çıkarlarına engel olmuş olsan da hâlâ sana olan sevgisi azalmamış olandır. Bir düşünün kaç kişiniz var sizi GERÇEKTEN SEVEN?

  7. Tasavvufta ve KUANTUM gerçekliğinde TEKLİK ANLAYIŞINA ULAŞANLARIN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ÖNEMLİ BİR YANLIŞA İŞARET ETMEK İSTİYORUM… Tasavvufta derken, tarikatları kastetmiyorum! Bugünkü tarikatlarda zaten VAHDET BİLGİSİ ÖĞRETİLMİYOR! Bireysel tasavvufla ilgilenen Sufi meşreplileri anlatmak istedim. Bilimsel yoldan, kuantum gerçekliğinden hareketle, TÜM VARLIĞIN TEKLİĞİNDEN VE O TEKLİK İÇİNDE SENİN AYRI BAĞIMSIZ BİR VARLIĞIN OLMADIĞI HAKİKATİNDEN söz eden YAŞAM KOÇLARININ fark edemediği, bir başka gerçeklikten bahsetmek istiyorum! Evrensel TEKLİK ANLAYIŞI başka bir gerçektir, bireysel yaşam dünyan boyutu da başka bir gerçekliktir! Bu ikisi de kendi alanında doğrudur! Birinin varlığı ikincisinin yokluğu anlamına gelmez asla! TEKLİK anlayışına sahip olan, hangi gruptan olursa olsun insanların büyük çoğunluğu, tasavvufî METAFORLARA veya BİLİMSEL yoldan ulaşılan MADDENİN ORİJİNİ gerçekliğine dayanarak görüş sahibi olurken; “BEYİN” ADINI VERDİĞİMİZ YAPININ NE OLDUĞUNU, NASIL ÇALIŞTIĞINI, DÜNYASINDAKİLERİ NASIL OLUŞTURDUĞUNU MAALESEF FARK ETMİYORLAR! İster tasavvufî METAFORİK yoldan ister bilimsel GERÇEKLİKLERDEN HAREKETLE, TEKLİK ANLAYIŞINA ULAŞMIŞ OLUN, BUNUN YANISIRA; BU TESPİTLERİ YAPAN “BEYİN”in, ne olduğu ve nasıl çalıştığı mutlak gerçeğiyle de YÜZYÜZESİNİZDİR; fark edemeseniz de göremeseniz de! “BEYİN” dediğimizde, hâlâ “et beyin” anlayanlar bizi hiç okumasın! Zira “onların gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar” tanımlaması içindedirler; OKUDUKLARINI DA ANLAMAZLAR! “BEYİN” adıyla işaret ettiğimiz, eskilerin, İŞLEVİNE/ ÖZELLİĞİNE göre, RUH VEYA KALB gibi tanımlamalarla işaret ettiği, sayısız anlamlar kompozisyonu olan bir bilgi paketidir; maddî olmayan, şekli sûreti olmayan, ÖLÜMSÜZ, kendi benzeri bir kompozisyon tarafından algılanan yapıdır. “BEYİN” orijin mahiyeti, hammaddesi itibarıyla YARATILMAMIŞTIR! KUR’ÂN bu gerçekliğe “CEALE” kelimesi ile işaret eder ki Arzda (bedende) bir halife açığa (CAİLUN) çıkaracağım, der. İNSAN (beden, beşeriyet) İSE TOPRAKTAN (mineral ağırlıklı yapı) YARATILMIŞTIR. Topraktan yaratılmış bedende oluşan beyin, tekâmülü sonrasında “RUH” açığa çıkaracak aşamaya ulaşmış ve esmâ kompozisyonu olan “RUH NEFHOLMUŞTUR”! Beden topraktan oluştuğundan toprağa dönerken, ÖLÜMSÜZ EVRENSEL HAKİKATTEN OLUŞMUŞ VE EDİNDİĞİ BİLGİLER YÜZÜNDEN KENDİNİ BEŞER SANAN, RUH (KUANTUM BEYİN) SONSUZ YOLCULUĞUNA DEVAM EDER. RİSALET İNSANIN HAKİKATİNİ FARK ETTİRMEK İŞLEVİ OLARAK GÖREV YAPARKEN; NÜBÜVVET DE insanın beşeriyet yaşamını ve beşeriyet yaşamına kendini kaptırıp hakikatinden mahrum kalmaması için gereken düzenlemeleri anlatır. RİSALET VE NÜBÜVVET NİÇİN ZORUNLUYDU? Bunun için ölümsüz insan beyninin nasıl oluşup geliştiğini ve de DÜNYASINI NASIL YARATTIĞINI (elbette yaratan Rabbinin esmâsıdır) ANLAMAMIZ GEREKİR. TOPRAKTAN YARATILMIŞ OLAN BEDENİ İTİBARIYLA EVRİMLEŞEREK, RUHTAKİ SONSUZ KAPASİTEDEN (holografik sisteme göre kuantum boyuttaki sonsuz kapasiteden/RAHMAN) gelen özellikleri AÇIĞA ÇIKARACAK olan beyin, RUH AÇIĞA ÇIKTIKTAN SONRA, HER AN KENDİSİNE BEDENDEN VE ÇEVREDEN ULAŞAN BİLGİLERLE BİR BİLGİ KOMPOZİSYONU HALİNE GELİR! Beyindeki bu bilgiler, sürekli analizler ve sentezlerle an içinde yeni yönelim oluşturur. Farkındalıklar meydana getirir oluşmuş olan bilgiler doğrultusunda. Böylece de sonuçta İNSANIN İÇİNDE YAŞADIĞI HOLOGRAM DÜNYASI OLUŞUR! Bu dünyasında “BEYİN” BEŞERİYETE BÜRÜNEREK HAKİKATİNDEN AYRI DÜŞER! Kısacası HER İNSAN, BEYNİNİN OLUŞTURDUĞU HOLOGRAM DÜNYASINDA YAŞAR; o an’a kadar kendisine ulaşmış bilgiler doğrultusunda! Bazı insanlarda da yaşamına yön veren edinilmiş bilgiler ötesinde, KUANTUM BOYUTUNDAN GELİP AÇIĞA ÇIKAN ORİJİN BİLGİLERİ, beyin kompozisyonunun elvermesiyle dile gelir ki, KUR’ÂN buna “VAHİY” demiştir. Edinilmiş bilgi ötesi, varlığının hakikati bilgisidir bu! Anlatacağımı anlatmak için bu ön temel bilgileri yazmaktan esas konuya vakit kalmadı. İnşaAllâh başka bir mesajda devam ederiz. Allâh gerçekliğimizin farkındalığını nasip ede!

  8. Tek “TANRI”lı Din(!)lerden söz edip, İSLÂM DİNİ TEK TANRILI DİNLERDENDİR, diyorlar. İSLÂM DİNİ TEK TANRILI DİN DEĞİLDİR! İSLÂM DİNİ TANRISIZ DİNDİR! İSLÂM DİNİ, seni dışarıdan GÜDEN, karşısına HUZURUNA ÇIKACAĞIN, BİR DİN ANLAYIŞINI AÇIKLAMAZ! TANRI, SENİ ÖTENDE DIŞINDAN YÖNETEN, VAR EDEN BİR VARLIK OLARAK KABUL EDİLEN VARSAYIMDIR. KUR’ÂN BİLGİSİ İSE, BU VARSAYIMI REDDEDEREK, “la ilahe” der! İLÂH YA DA TANRI İSMİ, VARSAYILAN, HEP SENİN DIŞSALLIĞINDAKİ BİR VARLIĞIN SENİNLE İLİŞKİSİNDEN SÖZEDER. KUR’ÂN İSE SONSUZ SINIRSIZ, KENDİSİNDEN BAŞKA HİÇBİR ŞEY OLMAYAN (Allâh Hu ve la GAYRI HU), ne kendini doğurmuş var etmiş bir varlığı olan, ne de kendinden ikinci bir varlık meydana gelmemiş olanı açıklar, fark ettirmek ister. Düşünebilen bir beyine sahipseniz, fark edersiniz ki, KUR’ÂN BİR TANRI/İLÂH varlığından söz etmeyip, “İSMİ ALLÂH” OLAN VE KENDİ VARLIĞI DIŞINDA ÖTESİNDE BAŞKA HİÇBİR ŞEY OLAMAYANDAN SÖZ ETMEKTEDİR. (Bi-ismi Allah=İSMİ ALLÂH olan HAKİKATİNDİR.) ÖYLE BİR “TEK” ki algılanan her ne varsa hepsi de O TEK’e aittir, O’nun bir vechi/yüzüdür; ve dahi algılayan da gene O TEK’tir! Yani KUR’ÂN, DIŞARIDA, ÖTEDE, ÖTENDE BİR TANRI ARAMA, BÖYLE BİR VARSAYIMA DÜŞME, DIŞARIDAN SANA GELECEK BİR ŞEY YOK, HER NE ARARSAN ÇÖZÜMÜ KENDİNDEDİR, MÜKAFAT VERECEK OLAN DA CEZALANDIRACAK OLAN DA SENDEN AÇIĞA ÇIKMAKTADIR, demektedir. İşte bu anlattığımız KUR’ÂN REALİTESİ, taklitçi, ezberle yaşayan beyinlerin anlayışının aksine, VARLIKTA HER NE VARSA, İSMİ ALLÂH OLANIN, ALGILAYICIDAKİ ÖZELLİĞE GÖRE, BİR YÜZÜ OLDUĞUNU ANLATIR. Bugüne kadar anlattıklarımız ve bundan sonra da anlatacaklarımız hep bu kapsamda değerlendirilemezse, kimseye bir yararı olmaz. Zira tüm erenler hep bakış ile ermişlerdir! “KENDİNİ TANI” sözü, “ismi beyin” olan hakikatindekini ve özelliklerini tanı demektir ki; DİN DE BU YÜZDEN bildirilmiştir… Detaylarına geleceğiz… Anlayışı kolaylaşa! “İsmi” ALLÂH olan ile TANRI kavramının farkını aşağıdaki linkte mevcut olan kitaptan okuyabilirsiniz: https://ahmedhulusi.org/tr/kitap/hz-muhammedin-acikladigi-Allâh

  9. Rabbin sana bir şeyi nasip etmeyecekse, sende bahaneler yaratır; o bahaneler ile o şeyi istemezsin. Sanırsın ki sen istemedin, oysa Rabbinin hükmüydü o şeyin olmaması! Bir şey nasip olacaksa da sende istek açığa çıkar ya da karşından seslenir Rabbin. Sen de seslenişe uyarsın!

  10. Toprak metaforuyla anlatılan, YARATILMIŞ BEDENDEN AÇIĞA ÇIKAN “BEYİN” ile yaşamakta olan insanın; “HALİFE” olarak tanımlanan, “BEYİN”deki holografik bedenle sürdürmekte olduğu ÖLÜMSÜZ YAŞAM MACERASI! HER AN YENİ BİR ŞANDA OLAN BİLGİ KOMPOZİSYONUNUN (adı “BEYİN” olan), ZAMANSIZ DEĞERLENDİRMELİ YAŞAM SÜRECİNDEKİ; ZAMAN MEKÂN YARATARAK, DÜNYASINI KÂH CENNET KÂH CEHENNEME ÇEVİRMESİ! Çoğunlukla, edindiği, kendini örten, orijininden perdeleyen “BEŞERİYET” dediğimiz bilgi yüzünden, orijininden ayrı düşmüşlüğün cehennem çukurunda (esfeli safilîn) yaşamakta olan “BEYİN”! Bilgisel oluşumu süresince edinmiş olduğu “BEŞERΔ bilgilerin kendisinde yarattığı cehennemî yanışlardan tek kurtuluşunun, bilgi tabanını arındırarak, her şeyi kendi orijin varlığının penceresinden seyrederek yaşamak olduğunu kavramak! BEDENDEKİ BEYİN AŞAMASINDAN, “BEYİN”DEKİ BEDEN AŞAMASINA GEÇİP; BUNUN FARKINDALIĞINI VE GETİRİSİNİ YAŞAYAMAYAN CEHENNEMİNDEN ÇIKAMAZ! Dünya yaşamı ve dünyada niçin var olduk sorusunun cevabı, anlattığım aşamaların oluşumu ile, “İNSAN”LIK BOYUTUNDAN “HALİFE”LİK BOYUTUNA GEÇEREK, herkesin kendi DÜNYASININ EFENDİSİ OLARAK YAŞAMINI SÜRDÜRMESİDİR! Tasavvufta anlatılan “fenâfillâh” mertebesi yaşamı dahil tüm anlatımlar METAFORDUR! Kimileri de metaforlarla eğlenmek için vardır; ne var ki bu eğlencenin sonu pek keyifli bitmez! “BekâBİLLÂH” ismiyle işaret edilen (hakk el yakiyn) süreç ise METAFORSUZ, BEŞERÎ KAVRAMLARDAN ARINILMIŞ; gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, veren eli ALLÂH olmuş “BEYİN” yaşamıdır! “Herkesin güzergâhı üzerindedir cehennem” âyeti, dünya yaşamındaki beşeriyet sürecine de işaret eden bir uyarıdır! Zira beşeriyetin, dünya yaşamının “BEYİN”e yansımasından başka bir şey değildir. Bu yaşam boyutu da sürekli çeşitli nedenlerle yanma boyutudur. “ARINAN KURTULUR” âyeti, beşeriyetinden kaynaklanan şartlanma ve kabullerin, “BEYİN” tarafından geçersiz kılınması gerekliliğine işaret eder. Bu arada “beşeriyet” sözcüğünün işaret ettiği anlama dikkat çekmek isterim. Bu anlam çok iyi anlaşılmalıdır çözüm için! ARINDIRMAYAN BİLGİ, SENİ, ERGEÇ YAKACAK OLAN ODUNLARI TAŞIYAN ODUN HAMMALI (hammaletel hatab) YAPAR! Bir yanda beşeriyetinin geliştirip “ALLÂH” ile aranda ördüğü kalın acımasız duvar içinde yaşam sürdüren “BEYİN”; diğer yanda, ÖLÜMSÜZ, ZAMAN MEKÂNLA KAYITLI OLMAYAN, BEŞERİYETE HERHANGİ BİR MAHLÛK GÖZÜYLE BAKAN; SÜNNETULLÂHI SERGİLEYEN “BEYİN”! Seçim “BEYNİNİN”! TAŞRADA ARAMA!

  11. Bu yazımı anlayabilirseniz, niçin, “İSLÂM DİNİ TEK TANRILI DİN DEĞİLDİR; TANRISIZ DİNDİR” dediğimi kavrarsınız. Tahayyül ettikleri tanrılarından bilinçleri arınmamış olanlar, metaforlarla dolu geçmişin anlatımlarından günümüze gelemedikleri için, hâlâ, dini, tasavvufu metaforlarla anlatarak o dünyadaki yerlerini kaybedip boşluğa düşmemek için çırpınıyorlar! Herkes işlevi neyse ona devam edecek. Her kuş sürüsüyle uçar! Bilelim ve kavrayalım ki… SADECE VE YALNIZCA adı ALLÂH OLAN VAR; GAYRI YOK, MİSLİ BENZERİ OLMAZ; AÇIĞA ÇIKMIŞ TÜM DÜŞÜNCE FİKİR ÂLEMLERİNDEN BERİDİR! TÜM AÇIĞA ÇIKANLAR, YARATMA ÖZELLİKLERİNİN SONSUZ POTANSİYELİNDEN BAŞKA BİR ŞEY OLMAYIP; TÜMÜNDEN BERİDİR! “ALLÂHUEKBER” sözcüğü bunları anlatır! Allâh yanısıra bir şey var da ondan büyüktür, anlamında hiç değil! Her kimden hangi tahayyüle dayalı tanım çıkarsa, o onun tanrısıdır; adı ALLÂH olan o tasavvurdan beridir! Allâh, tanrı kabulünden arındırdığı, hakk-el yakîne erdirdiği kullarından eylesin bizi! https://www.ahmedhulusi.org/tr/yazi/kuran-mucizesi-ekberiyet

  12. TANRININ HUZURUNA ÇIKMAK; YA DA, BEN ALLÂHMIŞIM, İSTEDİĞİM GİBİ YER İÇERİM, HER ŞEY BANA MUBAH; gafletinden uyanabilmek! Toplumun çok büyük yüzdesinde, huzuruna çıkılası, huzurunda muhatap olunacak bir TANRININ VAR OLDUĞU inancı var eğitim sisteminin çarpıtmasından dolayı! Yukarıda Allâh var, anlayışı! KUR’ÂN öğretisine tamamen ters düşen bir anlayış! Çağdaş bilimlerden biraz nasibi olan hiçbir aydın buna aklı yatmadığı için ya ateist oluyor ya da deist! Yüzde doksan altısıyla tanıyamadığımız yüz milyarlarla galaksiden oluşmuş bir evren algımızda TANRI kavramına yer olmadığı her düşünen beyinde açığa çıkan bir realitedir. Dolayısıyla da huzuruna çıkılacak, konuşulup hesap verilecek bir tanrıdan asla söz etmek mümkün değildir. Peki bu KUR’ÂN GERÇEĞİNDEN SAPAN anlayış nereden kaynaklanmaktadır; KURÂN’daki gerçeklerin, yaşanan çağın anlayış sınırlılığı dolayısıyla METAFORİK TANIMLAMALAR kullanmasından! “İnsanların akılları ölçüsünde konuşun” diyen Allâh Rasûlü’nün bildirdiği Kurân’da, bu ölçüyle insanlara tebliğ edilmiştir METAFORİK ANLATIMLARLA! Metaforları değerlendiremeyenler de anlatımları birebir anlayarak, devrin bilgi sınırları içinde TANRI/ilâh kavramları içinde bir din anlayışında kalmışlardır. Bu metaforları çözen Sufiler ise tanrı kavramından arınıp, İSMİ “Allâh” olan, sonsuz sınırsız, kendisinden gayrı olmayan ne kendisini meydana getireni ne de kendisinden meydana gelmiş ikinci bir varlık olmayan “TEK”e İMAN ETMİŞLERDİR. İŞTE BU ANLAYIŞLA BİRLİKTE, kavrayışı sınırlı olanlarda, ‘mademki varlıkta sadece TEK var, gayrı da yok, öyle ise ben o tekten ayrı bir şey değilim; tek yaptığından mesul olmaz, dolayısıyla ben de mesul olmam; ne yapsam yeridir’ noktasına varmışlardır. Bu konuda fark edilemeyen çok önemli husus şudur. Dini anlatımla… (aşağıda bilimsel yanıyla da açıklamaya çalışacağım) ALLÂH adıyla işaret edilen ZÂT’ın tespit edilen yedi ZÂTİ vasfı vardır ki, algılanan her birimin varlığı bu ZÂTİ vasıflarla oluşmuştur! Yüzde doksan altısından gâfil olup yüzde dördünü bildiğimiz evren içre evrenlerin tamamı ve içindekiler hep bu ZÂTİ VASIFLARIN varlığı ile var olarak algılanmaktadır! İşte algıladığımız, üzerinde konuştuğumuz her şeyin hakikati orijini bu vasıfların anlam sûretleridir ki, KUR’ÂN bunu “VECİH”/ALLÂH’ın YÜZÜ olarak anlatmıştır. “NE YANA DÖNERSEN ALLÂH VECHİ’Nİ GÖRÜRSÜN” âyeti bu her şeyin hakikati orijini, tâbiri caizse hammaddesi olan ZÂTİ VASIFLARA işaret eder. Hayat, ilim, irade, kudret, varlıklar yaratma (kelâm), algılama, değerlendirme özellikleri tüm algılananlardaki temel özelliklerdir. Ve bu alan itibarıyla varlıklar olarak algılananların derûnundaki TEK YÜZ’DÜR. Gelelim ÇOKLUK OLARAK ALGILADIĞIMIZ BOYUTA… Yukarıda anlatmaya çalıştığımız ZÂTIN YEDİ VASFI sonsuz kompozisyonlar yaratarak, sonsuz varlıklar oluşturur! Bu kompozisyonlar dinde “el esmâ el hüsna” tanımlanmıştır! Bu isimlerle işaret edilen özellikler varlığını yedi Zâti vasıftan alırlar. Her ne kadar genel olarak algılamamıza göre 99 isimle işaret edilen varlığın soyut hammaddesinden söz edilmişse de gerçekte bu özellikler sonsuzdur! İşte her bir algılanan birim, orijininde ZÂTİ YEDİ sıfatın varlığı ile meydana gelmişse de çokluk içindeki birimselliği, “Esmâ” diye anlatılan, İSİMLERLE İŞARET EDİLEN ÖZELLİKLER KOMPOZİSYONUYLA YARATILMIŞTIR; Zâti vasıflar tarafından! DİKKAT EDİLE! Burada şahıslaştırılmış, insan gibi düşünen bir tanrıdan söz etmiyorum! İSMİ “Allâh” olan sonsuz sınırsız TEK’in nasıl kendini tanıttığını açıklamaya çalışıyorum. Evet, “insan” adıyla işaret edilen yaratılmışa gelince… Yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere varlığını yedi Zâti vasıftan alan aslında sayısız ama 99 ile tanımlanan özelliklerin oluşturduğu kompozisyonlarla oluşmuş yaratığın adıdır “insan”! Dehr sûresinde anlatıldığı üzere, “insan” adı verilmiş olan kompozisyon, var olmadan önce adı bile anılmazdı! İşte bu “insan” hakikati/hammaddesi Tek’e aitse de oluşumu itibarıyla “BEŞER”dir! Yani, beden ve çevresel bilgi girişlerinden oluşmuş bir kompozisyondur! İşte bu noktada karşımıza çıkan “BEYİN” adını verdiğimiz yapıdır. Kurân’ın “RUH” adıyla işaret ettiği, bizim günümüz bilimiyle “kuantum beyin” dediğimiz ölümsüz, “HAYY VE KAYYUM” olan, yani varlığını zâti sıfattan alarak ölümsüz diri ve hayatiyetini özündeki kudretten alan kendi varlığıyla kaîm varlıktır BEYİN! BEYİN, boyutsal derinliğinde, kuantum potansiyelden gelen hayat, ilim, irade vb…lerle oluşmuşken, birimselliği ise ana rahminde beyin sapının oluşması sürecinde ilk dalga boyu üretmeye başlamasıyla başlar. Bu durum Kurân’da ruhun üflenmesi metaforuyla anlatılmıştır. Üflemek, içerden dışarıya, hareket olmasına rağmen, yanlış bir anlama ile dışarıdan içeriye sanılmıştır. İşte gerçeğiyle dalga boyu/bilgi paketi olan gerçek beyin, önce bedenden gelen bilgilerle, daha sonra da çevreden gelen bilgilerle sürekli analiz ve sentezler yapıp sonuçları açığa çıkartırken; bu bilgilere dayalı olarak da “BEN” hissiyatını yaratarak; kendisini beden ve çevresel bilgi girişlerinden ibaret olan varlık olarak kabul eder. İşte bu bedensel ve çevresel bilgi girdilerinin toplamı “BEŞERİYET” olarak tanımlanmıştır. DİN BİLGİSİ, İNSANA, BEŞERİYETİNİN ÖTESİNDEKİ, ÖLÜMSÜZ, BEŞERÎ TANIMLAMALAR ÖTESİ, HAKİKATİNİ VE KUVVELERİNİ FARK ETTİRMEK İÇİN BİLDİRİLMİŞTİR. BUNUN İÇİN DE BİR YANDAN, ALLÂH İSMİYLE, HER ŞEYİN ASLI HAKİKATİ OLAN TEK KAVRATILMAYA ÇALIŞILMIŞ; diğer taraftan da beşer ötesi yanı fark ettirecek bilgiler bahşedilmiştir. Zihin adını verdiğimiz beyin çalışma mekanizması, her an çevreden ve bedendeki organ ve üretimlerinden gelen bilgilerle sentezler yaparak sonucunu açığa çıkartır. Açığa çıkana da biz, şöyle düşünüyorum, böyle hissediyorum deriz. ÇÜNKÜ BEYİN AÇIĞA ÇIKARTTIĞI HER ŞEYİ yarattığı, “BEN”e mal ederek dillendirir. TÜM YAŞAM BİLGİ DALGALARININ KENDİ FREKANSINA UYGUN BİLGİLERLE ENTEGRSYONU İLE DEVAM EDER. Şimdi geldik konunun dikkatten kaçan en önemli yanına! …“BEN”, hakikati Allâh ismiyle işaret edilen sonsuz sınırsız TEK’in sıfat ve özellikleriyle var olan RUH/KUANTUM BEYİN tarafından YARATILMIŞ OLSAM DA, hakikatim TEK olsa da, sonuçta beşer olarak tanımlanan bilgi kompozisyonuyum ve her an DÜNYAM bu bilgi kompozisyonunun sentezlerine dayanarak oluşmaktadır! BU BİLGİ KOMPOZİSYONU OLARAK YAŞAYAN VARLIĞIN DİNDEKİ TANIMI DA “KUL”dur! ORİJİNİN TEK OLDUĞU BİLGİSİ, ASLA SENİ BEŞERÎ DUYGULARIN ÖTESİNE TAŞIMAZ, SEN KENDİNİ BEŞER OLARAK HİSSETTİĞİN SÜRECE! Dünyanda beşerî duygularından dolayı yaşadığın yangınlar, cehennemî ateşler hep senin beşerî kabullerinin sonucudur! TEKLİK, VAHDET BİLGİSİ, HİSSEDİLİP YAŞANMAK İÇİNDİR! YAŞANMADIĞI SÜRECE BEYNİNDEKİ BİR YÜKTÜR; hatta “MEKR”dir! Velî, her oluşu, “ALLÂH İNDİNDE BU OLUŞUN DEĞERİ NEDİR” penceresinden bakarak yaşayanı tanımlayan isimdir. Abd-Allâh, Allâh gözüyle bakıp, kulağıyla dinleyip, diliyle konuşandır! Bedensel veya çevresel girdilere göre oluşmuş veri tabanıyla istek ve arzuları yaratan beyin, kişinin cehennemî ateşini yaratır. Onun içindir ki “ONU ARINDIRAN KURTULUŞA ERER” âyeti gelmiştir. Beyin sistematiği gereği, her an (fiilî), duana göre icabet ederek dünyanı oluşturur. Kısacası (pek de kısaca olmadı ama), ismi ALLÂH olan hakikatin olsa da, O’nun yarattığı sayısız kompozisyonlardan biri olan, beyin adı verdiğimizin, her an bilgi tabanına GÖRE yaşattığı KUL olarak, kendinde açığa çıkan beden olma hissiyatından ve çevresel kabullerden ARINMADAN cehenneminden çıkamaz, HAKİKATİNİ HİSSETMENİN CENNETİNE GİREMEZSİN. RABBİMİZ HADDİMİZİ BİLDİRİP HAKİKATİMİZE ERMEYİ NASİP ETSİN. HAKİKATİMİN HAKKINI VEREMEYEREK NEFSİME ZULMETTİM. BAĞIŞLA VE ARINDIR!

  13. ALGORİTMA MI? YAZILIM MI? YAZAN MI VAR? GENLERİMİZE İŞLENMİŞ TANRI ANLAYIŞINDAN, BEYNİMİZİN BİLGİ TABANINI ARINDIRAMADIĞIMIZ İÇİN, SONU HEP TANRI KABULÜNE ÇIKAN DÜŞÜNÜ LABİRENTİ İÇİNDE DOLAŞIP DURUYORUZ! Beşerce düşünüp, edindiğimiz kabullere dayalı düşünce sistemimizi kurguladığımız için, bilimsel bakışla varlığın orijinine dayalı tespitleri değerlendiremiyoruz. DÜŞÜNÜNÜN ALTIN ÇAĞINI yakalayanlar, varlığın orijinin, evrensel yapı ötesi, data/bilgi/İLİM sonsuz okyanusu olduğuna şahit olurken; bu ilmi, dünyalarında hazmetmeye çalışırken; çok büyük kalabalık ben-sen-tanrımız dünyasında yaşamlarını sürdürüyorlar. Varlığın orijini olan data/bilgi/İLİMden oluşmuş çokluk evrenini ve sonuçta bizleri, bir algoritma mı yarattı? Bazıları bu soruya evet, diyor. Oysa algoritma kabulü sonuçta TANRI kavramına yol açar. Algoritma dendiğinde arka planda algoritmayı yazana işaret eder. PEKİ, ALGORİTMA YOKSA ÇOKLUK VE ÇOKLUĞA DAYALI TÜM ALGILARIMIZ NASIL OLUŞMAKTADIR? Data kökenli bilgi dalgaları, frekanslar hâlinde her an titreşirler ve manyetik alan oluştururlar! Her bilgi dalgası, kendi frekansına en yakın bilgi dalgalarıyla, ihtiva ettikleri manyetik alan nedeniyle bütünleşerek, anlam kompozisyonlarını meydana getirir. Bu sistemle de evrensel varlığın orijini sonsuz sınırsız İLİM (yapı?) her an farklı kompozisyonlar alarak yeni bir anlama dönüşür! Bu farklı bilgi kompozisyonları, birbirlerini “OKUYARAK” çoklu bir evrensellik olduğu kabulünü yaşarlar. Çok yıllar önce yazdığımız “evren içre evrenler” tanımlamasıyla işte bu hususa işaret etmiştik. Açıklamaya çalıştığım bu oluşum sistematiği, en makrodan en mikroya kadar geçerli olan sistemdir; ve görüldüğü gibi olayda bir algoritma söz konusu değildir. Algoritmadan bahsedilmesi, düşünen beyinleri konuya yaklaşabilmesi için kullandığımız bir metafordur. Eğer bu anlattığımız hususu kavrayabilirseniz ne yazılım vardır, ne yazılmış bir kader, ne de yazan bir TANRI! (Bu konuya ileride daha açıklık getiririz inşaAllâh) Bu data/bilgi (ki bazıları buna enformasyon tanımını kullanıyor) kuantum beynimizde her an GİREN BİLGİLERE (input) GÖRE yeni bir kompozisyon oluşturarak hem farkındalıklarımızı hem de farkındalığımız ötesi oluşumları yaratmaktadır. O HER AN YENİ BİR ŞAN ALIR! Gökte ne varsa yerde o vardır, sözü de gerçekte bu boyuta işaret eder. “İlmini ilmiyle ilminde OKUDU ve her şey burada olup bitti; ötesi hayaldir” dedikleri hususta bu anlattığımız sistemi geçmişte “okuyan”lara aittir. Tüm evren “AN”da yaşar! “AN” tek realitedir! İSMİ ALLÂH indinde, kompozisyonel tümelliğin oluşturduğu TEKİLLİK, HER AN YENİ BİR ŞAN aldığı gibi; holografik sisteme göre BEYİN DE tümelliğin (sayısız kompozisyonun) oluşturduğu, AN içindeki farkındalık ile, DÜNYANI YARATIR! Günümüzde çok yaygın konuşulan bir tespit var; NE YERSEN O’SUN, deniyor! Evet, RUHUNA/KUANTUM BEYNİNE NE GİRDİ ALMIŞSAN, O’SUN! DÜNYAN onlardan ibarettir! Şartlanmalarının, kabullerinin oluşturduğu bilgi kompozisyonu DÜNYANDIR! DÜNYAN (kabir âlemin) girdi ve kabullerine göre ya cennet bahçelerinden bir bahçedir ya da cehennem çukurlarından bir çukur! Dünyada neysen, bedeni terkten sonra da o olarak devam edeceksin! Öyle ise beynini, bilgi tabanını nelerle doldurduğuna, yaşam kompozisyonunu nasıl oluşturduğuna çok dikkat et! Her beyin kendi oluşturduklarının getirisini yaşar. Şeytanına uyup, yaşadıklarının nedenini dış etkenlere bağlamaktan kurtul anlattığım sistemi kavrayarak! Her birim yalnızca kendi girdilerinin oluşturduğu kompozisyonunun sonuçlarını yaşar! Ne istiyorsan, onu oluşturacak adımları atmaktan başka seni o hedefe ulaştıracak bir güç yoktur! ŞEYTANIN (edindiğin gerçekçi olmayan bilgin) seni aldatmasın! Daha oluşum alanıyla alâkalı çok husus var ama bilmem Rabbim dillendirmeyi nasip eder mi… Allâh bu ilmin hazmını versin gereğini yaşamayı nasip etsin! Not: bu mesajlarımı yazılı bir çıktı olarak alıp tekrar okursanız daha faydalı olabilir.

  14. “LA İLAHE İLLA ALLAH” sözünün anlamını kavrayan imanlıdır ve KUL HAKKI YEMEZ! KUL HAKKI YİYEN DE YÜZBİN DEFA BU CÜMLEYİ TEKRARLASA GENE DE CEHENNEMDEN ÇIKAMAZ. Kabir âlemi, cehennem çukurlarından bir çukurdur! “LA İLAHE İLLALLAH”a iman edip anlamını kavrayan, Allâh Rasûlleri gibi, din bilgisini insanlara karşılıksız verip, dini dünyalık çıkar konusu yapmaz! “LA İLAHE İLLALLAH”a iman eden her an Allâh ile muhatap olduğunun bilinciyle yaşar ve ona göre davranış ve eylem ortaya koyar! Anlayalım ki, sözler HİSSEDİŞİ aksettirmiyorsa, laf kalabalığından öteye geçmez!

  15. HANGİ BOYUTTA NASIL YAŞANMAKTA; KADER BUNUN NERESİNDE? Bu sorunun cevabına ulaşmak için, önce “BEYİN” adıyla tanımladığımız yapıda, “GÖRÜYORUM” dediğimiz dünyamızın nasıl oluştuğunu hatırlamamız gerekir. Beyine, var olduğu andan itibaren, gerek bedenin tüm hücre ve organlarından gerekse de çevresinden bilgi/enformasyon dalgaları ulaşır. Böylece de beyin bir bilgi kompozisyonu hâlini alır. Genetikten intikâl eden bilgiler de vardır ki, bunlar canlılık, bilinç, irade, kudret, algılama, değerlendirme (yedi zâti sıfat) gibi özellikleri ihtiva eder; ve beyine ulaşmış tüm özellikler bunlarla işleme girer. BAKIN DİKKATİNİZDEN KAÇMASIN! Tüm bu işlemler hep dalga boyu bilgi/enformasyon boyutunda cereyan eder! Çalışmakta olan, program yaratan bilgi kompozisyonları sonucu da zihinde görüntülü sesli duygulu bir dünya oluşur! Gerçekte bu dünya yalnızca bir hayaldir! Ama öyle bir hayal ki, sanki tek gerçek oymuş ve hiç bitmeyecekmiş gibi algılanan bir dünya! Dalga boyu/frekans boyutundaki bu bilgi kompozisyonları, an içinde, bir form/anlam oluşturur; o konu orada biter; 8 saniye sonra (İNZÂL OLUR) yeryüzüne ulaşır/farkındalık alanında açığa çıkar; böylece de, bizden şöyle düşünüyorum veya hissediyorum gibi tanımlamalar açığa çıkar! Yani, olup biten her şey, “BEN” olmaksızın, bilgi/enformasyon kompozisyonu data merkezinde (bilgi tabanında) olup biter, YAZILIR ve “BEN” bu YAZGIYI yaşarım! Yaşamama gibi bir olanak da söz konusu değildir, anlattığımı kavradıysanız! SİSTEM, İŞLEYİŞ, MEKANİZMA O KADAR MUHTEŞEMDİR Kİ, akılla takibi neredeyse imkânsızdır! Tek şans GÖZLEMLENME PENCERESİNİN AÇILARAK GÖZLEMCİ OLMA HÂLİNİN OLUŞMASIDIR! Bir bilgi işlem sistemi düşünün ki, bize göre, 40-50 yıl önceki bilgiyi yaşadığımız an içindekiyle birleştirip çok farklı bir dünyaya sokmakta insanı! Şimdi şunu da hatırlayalım… Ben, sözcüğü ile işaret edilen bir obje var. Bunu ancak ortaya çıkan sıfatları ile tespit edebiliriz. Sıfatları olmadığı anda TANIMSIZDIR ZÂT! Dolayısıyla “ben” diye işaret edilen her şey sıfatları kadarıyla tanınır. Bu sıfatlar tüm canlılarda ortak alandır. O sıfatlar onları hayata getirir ve tutundurur. YANİ, TÜM CANLILARIN ZÂTI VE SIFATLARI AYNIDIR VE TEK’TİR! Yani basit dille söyleyelim hammadde TEK’TİR! Gelelim farklılıkların oluşum alanına... İşte bu alan yukarıda anlattığımız genetik+çevresel bilgi girdileriyle oluşan alandır. Ana-babamdan, atalarımdan, kabilemden, okullarımdan böyle gördümlerle oluşan, maymunlarda olduğu gibi düşünmeden taklitlerle devam eden bireysellikler alanına… Bu alan çok farklı özellikler oluşturan bilgi kompozisyonları alanıdır. Dâhiden deliye, âlimden cahile, zâlimden merhametliye tüm oluşumları meydana getiren alandır. Bu alandaki, çeşitli isimlerle tanımladığımız açığa çıkışlar hep bilgi tabanına giren bilgiler sonucudur. NE GİRDİYSE O’SUN! İşte bu alanda açığa çıkanlar girdilere göre olduğu içindir ki, kişi kendini bu alandakinden ibaret sandığı içindir ki, UYARICILARA/RASÛLLERE gerek vardır! Kendini beden ve edindiği bilgilere dayanan kişilik sananlara, hakikatlerinin ne olduğunu fark ettirecek, HAKİKATİN DİLİ olanların seslenişi gerekmektedir. Ki böylece doğru bilgi veri tabanlarına girsin ve bilgi kompozisyonunda yer alarak farklı yönde bakış açısı oluştursun. Rasûllerdeki bu hakikat bilgisi nereden açığa çıkar? Her beyinde olan, ZÂTİ ilim sıfatının bilgisi, eğer bir beyinde, bu konudaki bir bilgi ile tetiklenirse; bilgi kompozisyonunda gelen yeni bir bilgi ile bu olasılığın kabulü açılırsa, o bilgiye yönelim oluşursa, o takdirde açığa çıkar ve artık ZÂTİ İLİM PENCERESİNDEN VARLIĞI SEYREDEN GÖZLEMCİ olarak yaşamı devam eder. Halk dilinde ona “velî” derler. HER ŞEYİN OLUP BİTMİŞ OLDUĞU ZAMANSIZLIK, AN BOYUTUNUN, YAŞAMAKTA OLDUĞUMUZ SÜRECE ETKİSİNİ, YAZILMIŞ KADERİN NE OLDUĞU KONUSUNU DA bize açıldığı kadarıyla inşaallâh gelecekte yazarız. Sağlık ve afiyet dilerim efendim.

  16. Sana ulaşan bir nimeti değerlendiremiyorsan, bu Rabbinin seni cezalandırmasından dolayıdır! Neyi inkâr etmiştin düşün! Nedenini sorgulamaz, sorunu çözemezsen o durum devam edecek demektir! Her an şükür ile nankörlük seçimi içindeyiz!

  17. Rabbim anlayamadıklarımı anlamayı; hissedip yaşayamadıklarımı hissetmeyi, yaşamayı; sezemediklerimi sezmeyi nasip et, kolaylaştır! (10 Şubat 2025)

32 / 32

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!