“Evet, Ay’ın tam yuvarlak olarak göründüğü günlerde özellikle olmak üzere, insanlarda daha bir tedirginlik ve sinirlilik hâli dikkati çeker...
Hatta Rasûlullâh Efendimiz’in her ayın onüç, ondört ve onbeşinde oruç tutulmasını tavsiye ettiğini öğrendiğim zaman, bu meseleyle bir alâkası olduğunu düşünmüştüm. Tahmin ediyorum ki, Ay’ın çekim gücünün arttığı bugünlerde, insan bünyesinin bir nevi karşı korunma tedbiri oluyor bu oruç..?”
“İşte sadece Güneş ve Ay değil, Güneş sistemindeki bütün gezegenler ve onların çevresinde bulunan sizin ‘burçlar’ kelimesiyle bildiğiniz takımyıldızlar ve daha başkaları, her an henüz mahiyetini bilemediğiniz güçte radyasyon ile Dünya üzerindeki varlıkları etki altında tutmaktadır!.. Yani, bunların yolladıkları kozmik ışınlar, gerek insanların, gerek hayvanların ve gerekse nebatların yapıları ve davranışları üzerinde büyük ölçüde etkili olmaktadır!..”
“Hey, burada dur biraz!.. Yani insanlar, yapı ve davranışları itibarıyla yıldızların etkisi altında mıdırlar?”
“Evet!.. Ama henüz, biliminiz bunu tespit etmiş değildir!.. Bu sahada insanlık ilmi, ateşi keşfetmiş ilkel insan düşüncesinin ötesine geçmiş değildir!..”
“Biraz evvel, insanlığın Uranüs’e bir araç yolladığını, oradan ve yol üzerindeki diğer gezegenlerden çeşitli bilgiler yollamakta olduğunu konuşmuştuk... Bunu başarabilen insanlık, nasıl olur da ateşi henüz keşfetmiş ilkellerle kıyaslanabilir ki?.. Bunu nasıl söylersin?”
“Şayet bilim adamlarınız, Uranüs’e kadar araç yollayacaklarına, uzaydan gelen kozmik ışın çeşitleri üzerinde araştırma yapıp; bunların insan ve hayvan beyinlerindeki etkileri üzerinde dursalardı; kozmik ışın çeşitlerinin DNA moleküllerini nasıl etkileyip, bu dizinde ne tür değişiklikleri, nasıl oluşturduğuyla alâkalı bulguları ortaya koyabilselerdi, bugün insanlık olarak çok daha değişik bir noktada olabilirdiniz...
İnsanlık için huzur ve saadete açılan kapı, uzayda değil, insan beynindedir!..
İnsanlar, beyin yapılarının gelişmeleri oranında huzur ve saadete erecekler, ya da azap çekmeye her hâlükârda devam edeceklerdir!..”
“Bir dakika... İnsan beyninin, yaklaşık yüz küsur milyar hücreden meydana geldiğini ve insanların çok büyük bir çoğunluğunun, bu sayının yüzde dört ile beşini ancak çalıştırabildiğini, geri kalanın ise kullanılmayan kapasite olarak kaldığını bilebiliyoruz...
Hatta, dâhi bilim adamlarında bile bu sayının yüzde onu bulmadığı biliniyor!.. Ancak bunun yıldızların radyasyonu ile alâkası nedir?”
“Bak Cem, sana anlatmakta olduğum konu, şimdiye kadar anlattıklarım içinde sence anlaşılması en güç olan konudur... Zira, daha önceden bu konu hakkında hiçbir bilgin olmadı. Bu sebeple de zorlanmakta haklısın... Sana meseleyi en basite indirgemeye çalışarak anlatacağım...
İnsanın ilk oluşması, bildiğin üzere dişi ile erkeğin birleşmesi anında erkekten gelen spermin, kadındaki yumurta ile birleşmesiyle başlar...
İşte bu birleşme anında, erkek ve kadın beyni, o anda yeryüzünün o bölgesine en kuvvetli kozmik ışınlar gönderen yıldızın ve yıldız grubunun hükmü altındadır. Bu yıldızın gönderdiği kozmik ışınlar erkek ve kadının beyninden geçerken, ayrıca çocuğun yumurtasını da etkiler, ilk defa olarak!..
Daha sonra, yaklaşık 120’nci günde ana rahminde gelişen cenin olarak belli bir duruma geldiğinde, bu defa gene kozmik ışınlar kanalıyla, yeni bir programlanmaya tâbi olur!..
Nihayet, ana rahminden dünyaya çıktığı anda üçüncü bir merhalede, yani annenin koruyucu manyetik perdesinden dünyaya çıplak olarak çıktığı anda, beyni üçüncü defa yeniden bir kozmik ışınım bombardımanına tâbi tutulur...