Onuncu Gün
Elf ile son buluşmasından bu yana tam on beş gün geçmişti!..
Bu süre zarfında okullar da tatil olmuş, okuldan yana başı iyice rahat etmişti... Cem şimdi tüm faaliyetini bu konuya vermiş; içine kıyısından köşesinden girdiği konuyu iyice anlayıp, kendinde oturtmaya çalışıyordu...
Ancak, son görüşmede sormuş olduğu soruların cevaplarını da şu an’a dek bulabilmiş değildi... Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyordu!
Bir türlü anlayamamıştı, “ALLÂH”ın bir tanrı olmadığını!.. İlâh olmadığını!..
“Evrenin, daha doğrusu, Evren ismiyle işaret edilen sonsuz sınırsız TEK’in, tanrılık kavramından da münezzeh olduğunu” ucundan ucundan hissetmişti ama, bu hissedişin getirdiği öyle sorularla karşı karşıya idi ki; bunları sıralamak bile çok zordu!..
İbadet, bir tanrı var olmadığına göre; kişinin kendisi için yapılması zorunlu çalışmalardı... Öyle ise niçin zorunlu?..
“Cem, istedim ki bu sorunun cevabını kendi ilminle bulabilesin... Ama on beş gündür hep bu soruyu tekrar etmene rağmen, bir türlü cevabını veremedin... Ve ben de yeniden bağlantı kurmak zorunluluğunu duydum... Gel şimdi, beraberce bu zorunluluğun nereden kaynaklandığını tespit edelim...”
“Sana ne kadar borçlu olduğumu ve minnet duyduğumu ifade etsem azdır Elf!.. Senin sayende, tüm içinde yaşadığım ortama ve âleme bakış açım değişti... Ancak bütün buna rağmen, dönüp arkama baktığım zaman hâlâ bir arpa boyu yol gitmiş hissediyorum kendimi... Yaşama dair tüm değer yargılarım sıfır oldu!.. Hiçbir şey için değerli, değersiz yorumlarında bulunamaz oldum!.. Bir an kendimi onun yerine koyuyorum, o şartlar içinde ben olabilirdim diyorum, ve ona sevgiyle bakmaktan başka bir şey gelmiyor elimden... Hiçbir şeye kızamıyorum!.. Zira, onun yerinde ben olsaydım ve ben de onun yaptıklarına şartlandırılmış olsaydım; ben de farklı bir şey yapamazdım gibi geliyor... Ve bu yüzden de kızamıyorum!..
Ama bütün bunlara rağmen cevabını veremediğim o kadar çok soru var ki, bu yüzden de huzura ermiş değilim...
Mesela, son görüşmemizde açıkta kalan bir soru var...
Tanrı var olmadığına, mevcut olan yegâne varlık Ahad olan ‘ALLÂH’ olduğuna göre; kişi niçin ibadet etmek zorunda?.. Evet, biliyorum, buna kendi ihtiyacı için cevabını verdik ama, bu bana yeterli olmadı! Niçin insan ibadet etmek zorunda?.. Ne getirecek ibadet kişiye?.. Lütfen Elf, bunu bana açıklar mısın?”
“Bak Cem, şunu sakın aklından çıkartma... ‘Evren’ ismi altında gizli, mâdemki bir Kozmik bilinç vardır ve onun da gayrı hiçbir şey mevcut değildir; bu takdirde demektir ki, yersiz, yanlış ve sistem dışı hiçbir olay ve fiil söz konusu olamaz!.. Öyle mi?..”
“Elbette!.. Kesinlikle öyle!”
“Demek ki, her yapılan fiilin, sistem gereği tabii ve otomatik olarak oluşan sonucu var... Bu da demektir ki, senden ne fiil çıkarsa, bunun neticesini otomatik olarak yaşayacaksın... Dolayısıyla, kişi için, kendisinden ortaya çıkan fiillerin sonucundan başka bir şey asla söz konusu değildir...
Nitekim, ne diyorsunuz... ‘Ne ekersen, onu biçersin’... ‘Yağmur eken, fırtına biçer’... İşte bu sebeple, öncelikle bilelim ki, kişi ne yaparsa onun neticesine katlanmak zorunda olacaktır!..
Öyle ise ilk iş, neye ulaşmak istiyorsak onun için gerekli çalışmaları yapma mecburiyetinde olduğumuzu kavramaktır...
Bundan sonraki ikinci iş ise, beyninizin çalışma sistemini idrak etmektir...