“Ne gibi mesela?”
“Sen, tam kendine göre şartlanmaların tesiri altından çıktığını sandığın bir anda, hiç farkında bile olmadan, gene öyle bir şartlanmanın altına girersin ki beşerî ilişkiler dolayısıyla, bunun farkına bile varmazsın!.. Bu, senin için korkunç bir ayakbağı olabilir. Ve en fenası da, bunun bir bağ olduğunu fark etmemendir... Toplum dışında iken ise, bu tehlike ortadan kalkar.”
“Bu takdirde toplumsal şartlanmalardan kurtulmak için toplumu terk etmek, farz gibi bir şey oluyor yani...”
“Yoo, onu demedim!.. Toplum içinde yaşamını sürdürürken bunu başarabilenler de vardır aranızda. Ama bunun güç olduğunu söyledim sadece... Esasen kuvvetli azim ve irade yanı sıra, bir de yanına bu konuda bilgili tecrübeli bir arkadaş bulursan, çeşitli güçlüklere rağmen gene de hedefe vâsıl olabilirsin.”
“Bak şimdi aklıma ne geldi... İnsanın, daha doğrusu birimin, bu toprak, nebat, hayvan gibi safhalardan geçip insan olması tenasüh yani reenkarnasyon görüşüne benzemiyor mu?..”
“Bu dediğin görüşün aslı, materyalizme dayanır. Ancak daha sonra spiritüalizmle de karışarak, daha değişik bir hâl almış ve nihayet bugün bildiğiniz mânâya ulaşmıştır.”
“Özür dilerim burasını anlayamadım... Reenkarnasyon ile materyalizmin ne alâkası var?..”
“Maddeci görüşe göre, her şey daima bir devridaim içindedir... Cansız canlıya, canlı cansıza dönüşür durur. Bu dönüşüm ise gerçek mânâda, reenkarnasyonun özüdür. Daha sonra bu dönüşüm, spiritüalist yani maneviyatçı görüşte, manevî varlıklar kabulü hâline dönüşmüş ve oradan da bu manevî varlıkların tekâmül için tekrar tekrar dünyaya yani madde âlemine gelmesine kadar uzanmıştır.”
“İyi ama maddecilerin devridaim görüşü, yani cansızın canlıya kadar dönüşümü görüşü yanlış mıdır?.. Deminki izahına göre..? Yani insan bedeninin geçirmiş olduğu toprak−nebat−hayvan−insan gelişimine göre..?”
“İşte yanılma buradan çıkıyor zaten!.. Onlar, bir gerçeğin çeşitli bölümlerine vâkıf oluyorlar ve tamamını ihâta edemedikleri için de görebildikleri bu parçanın diğer bütünlerini, imajlarında şartlanma ve zanlarına göre tamamlamaya çalışıyorlar!.. İşte burada da yanılma başlıyor...
Tıpkı, filin hortumunu tutan körün, fili yılana benzetmesi gibi!..
Gerçekten aynı merkezden teğet geçen iç içe sonsuz sayıda dairenin durumuna benzer âlemdeki varlıklar. Hiçbirinin çapı, bir diğerine benzemez... Her biri diğerine nispetle, merkezden daha uzak veya daha yakındır. En dıştaki ise daima içtekileri ihâta eder! Dediğim gibi... Aynı merkezden teğet geçen, iç içe geçen daireler... Bu daireler, varlıkların rotasıdır. Çıkış noktaları, kozmik bilincin imajıdır.
Bu noktadan çıkan varlıklar, merkeze en uzak noktadan dönüşlerini yaparak tekrar çıktıkları merkeze dönerler. Ama kimisi maddeleşmeden bu devri tamamlar, kimisi topraktan, kimisi nebattan, kimisi hayvandan, kimisi de insan bedeninden geçtikten sonra bu noktaya döner. Öyle ki... İnsan bedeninden geçenler dahi, birbirlerinden çok farklı daireler çizerek dönerler o noktaya...”
“Peki en geniş daireyi kim çizmiştir veya çizecektir?”
“Dünya’nızda yaşamış olan çok değerli birisidir O!.. DABADDAH deriz biz O’na... Nümûne varlıktır O!.. Âlemde, noktaya en uzak, yani salt enerjiye en uzak kalan madde dünyasında ortaya çıkışı ve insan olarak varoluşu, âlemdeki diğer varlıklara bir işarettir. Ama bu işareti, siz Dünyalılar anlayamazsınız!..”
“Bir dakika!.. Kimdir bu DABADDAH?.. Hiç duymadım ismini?..”