Sen bir şey yiyorsun ve tatlı yedim, diyorsun ve zevk alıyorsun. Oysa ne oluyor? Terkibi karbon, hidrojen, azot veya bir başka atom olan nesne bedene giriyor ve dilden geçerken tat olarak hüküm alıyor, elementsel çözümü biyoelektrik mesajı olarak gittiği beyinde. Oysa beyinde tat diye bir şey mi var?
Veya gözü ele aldığımızda... Beyninde görülen bir nesne mi var; yoksa, görülen nesnenin bir elektriksel çözümü mü beyinde değerlendirilerek bir hükmü doğuruyor?..
Aslında yediğin, kokladığın, işittiğin, gördüğün nesnelerin beyne ulaşması anında, aralarında dalga boyları dışında ne farkları var?.. Ha bir radyoda kısa, orta, uzun dalgalardan gelen mesajların üstüne düşülerek onların çözümlenmesi veya dinlenmesi; ha da, beyne ayrı ayrı dalga boylarına veya görüntülere göre mevcut olan dalgaların gelmesi...
Eğer insan, beynine hâkim olabilirse, beynini ayarlayabilirse, programlayabilirse, suda da yürüyebilir, havada da uçar, zehiri de içip, tesirsiz hâle getirebilir...
İspatı gene aranızda mevcut ama siz bunu fark edemiyorsunuz!”
“Nasıl aramızda mevcut?”
“Karşısındakini hipnotize eden bir kişiyi ele alalım...
Bu hipnotizeden sonra, zehir gibi tuzlu suyu karşısındakine verip, sen limonata içiyorsun dediğinde, o kişi gerçekten limonata içiyormuşçasına o nesneyi içip bundan lezzet de almıyor mu?.. Sonra da tuzlu suyu içtiğini hiç hatırlamıyor bile... Veya daha büyük bir misal size göre... Hipnotize edilen bir şahsın, hiçbir uyuşturucu verilmeden karnını açıp, mide veya başka bir organını ameliyat yapabiliyorlar mı?..”
“Evet, bunu gördük televizyonda...”
“Peki o şahıs, hiç uyuşturulmadığı hâlde, karnının bıçakla kesilmesini de seyretti ve de hiç acı duymadı değil mi?..”
“Evet, öyle!..”
“Peki bunun nasıl gerçekleştiğini izah edebilen var mı?..”
“Hayır!.. Hipnotize diyorlar ama havada kalan bir kelime, ne oluyor, nasıl oluyor, bunu izah edebilen yok!”
“Daha ötesine gidelim istersen!.. Filipinlerdeki ‘şifacı’ları duydun herhâlde... Biliyorsun neler yaptıklarını..?”
“Evet, gazetelerde okumuştum... Hastayı, hiçbir alet veya bıçak kullanmadan ameliyat ediyor, kan akıtmıyor, ve sonra da açtığı yeri gene eliyle kapatıyormuş. Hatta ameliyat izi bile kalmıyormuş!.. Üstelik ameliyat olan hasta da bu durumu olduğu gibi seyrediyormuş!..”
“İşte bütün bunlar, hep beyinlerin kontroluyla ve programlanmasıyla meydana gelen şeylerdir... İnsanın madde zindanından çıkabilmesi için tek şansı, beyindir!..
Kendindeki güç ve kuvvetleri keşfedebilmesi için gene tek yolu, beynini kullanabilmesini öğrenmesidir...
Eğer insanlığınız bunun değerini anlayabilse, tüm mali kaynaklarını silah ve uzay araçları yapmak yerine, beyni keşfedebilecek cihazlar geliştirmeye yöneltirdi. Zira, Dünya’da uzayın sırlarını çözebilecek, beyinden güçlü bir araç mevcut değildir!.. Gene insanın, kendisini müdafaa etmesi için, beyinden güçlü bir silah da yoktur!..”
“Biraz abartılı olmadı mı Elf?.. Atom ya da hidrojen bombasına sahip bir devletin atış gücüne karşı, beyin gücü ne yapar ki?..”
“En azından, bir düğmeye basmakla meydana gelecek akım gücünü, beyninden üretmek ve o noktaya yoğunlaşmak suretiyle, bombayı olduğu yerde infilâk ettirip, kendi başlarına patlattırabilir!.. Ve daha aklına gelmeyecek yollar da kullanılabilir.”
“Peki yani, insan deyince beyni mi anlayacağız?.. Bir ‘ruhu’ yok mudur insanın?.. Beyin çözüldüğü anda, insan da ölüp, yok mu oluyor?.. Bu takdirde öldükten sonra bir hayat mevzubahis olamaz! Oysa sen, öldükten sonra sürüp gidecek bir hayattan söz etmiştin az önce!..