Her şey, beyinden ibaret ise, böyle bir şeyin varlığından nasıl söz edebiliriz ki? Öldükten sonra beyin de diğer organlar gibi çözülüp çürüyor!??”
“Bak Cem, senin artık bazı kelime şartlanmalarından arınman gerekli!.. ‘Ruh’ diye bahsettiğin şey, tek tek kuklalar gibi ezelde var edilmiş, ayrı ayrı birimler değildir!..
‘Ruh’, orijini itibarıyla ‘Tek bir ruh’tur!.. Biz de dahil olmak üzere, bütün varlıklar, bu ‘RUH’ ile diridir ve mevcuttur!.. Ne, bölünmesi söz konusudur, ne de parçalanması! Ne cüzü vardır, ne de küllü!”
“Peki ama, benim ruhum yok mu?”
“Hoş insansın Cem!.. Senin, orijinal ‘bağımsız’ bir ruhun hiçbir zaman oluşmadı; oluşması mümkün değildir zaten!.. ‘Sen’, gerçek ‘ben’liğin ile ve o Tek ruhun varlığıyla varsın!.. Ama bilgisizliğin, cahilliğin ve de şartlanmaların, senin o ruha sahiplik iddiasına sürüklenmene yol açıyor...”
“Peki, şimdi benim, herkesten ayrı bir yapım, şahsiyetim, mizacım yok mu?..”
“Var, var elbette!.. Ama bu, senin, herkesten ayrı bağımsız bir ruhun olmasından dolayı değildir ki...”
“Ben neyimle ayrıyım başkalarından öyle ise?..”
“Tabiatınla, huylarınla, şartlanmalarınla, idrak, tefekkür, hayal gücünle, vehminle, hafızanla, benlik duygunla...”
“Bunlar, hep ruhumdan kaynaklanmıyor mu?”
“Bu saydıklarımın tümü de ruhuna yüklenmiştir!.. Ama şu misale iyi kulak ver!
Bir ampulü gösterip, elektrik bundakidir, diyebilirim sana; bir buzdolabını gösterip, bu da elektrikle hayatiyetini devam ettirir, diyebilirim; bir elektrikli çay makinasını gösterip, bu da elektrikle vardır, diyebilirim; elektrikle çalışan otomobili gösterip gene aynı şeyi söyleyebilirim!..
Eğer, sözün kabuğunda kalırsan, buzdolabını, ya da otomobili hatta çay makinasını elektrik sanabilirsin!.. Ama, gerçeği bilen için elektrik; ne buzdolabıdır, ne otomobil, ne çay makinası ne de bir baraj!.. Hatta, sudan üretilmesine rağmen, ne de su!..
Evren, salt enerjiden ibarettir.
Bunun ne olduğunu, henüz, insanlık olarak eriştiğiniz ilmin çözümlemesine imkân yoktur. Siz, daha yeni yeni nötrinoları, fotonları ve ondan daha küçük parçacıkları buluyorsunuz...
Ama öte yandan, beynin yaydığı, hücrelerin yaydığı ışınsal yayınlarından; onların meydana getirdiği bedenden; bu bedenin özelliklerinden hiç haberiniz yok!..
Daha ne Ay’ın insanları etkileyen ışınımını tespit edebilmiş durumdasınız, ne de Merkür’ün veya Mars’ın, ya da ötekilerin... Bu yıldızların gönderdikleri kozmik ışınımın bile farkında değilsiniz ki; ışınımın beyin üzerindeki etkilerini anlayabilesiniz!..
Bırak bu gezegenlerin veya yıldız kümelerinin yaydıkları kozmik ışınların üzerinizdeki etkilerini tespit etmeyi; Setrililerin, insanlar üzerindeki etkilerinden bile bîhabersiniz!..
Üstelik, bu ilkelliğinize rağmen de, kendinizi çok gelişmiş, bilgili, hüküm sahibi varlıklar olarak görüp, son derece zavallı bir duruma düşüyorsunuz!.. Kısır aklınızla, her şeyin, son derece dar olan madde sınırları içinde var olduğunu sanıp; çevreden beyne gelen uyarılara, beynin cevaplar, tepkiler vermesini esas alıp, insanı bundan ibaret kabul ediyorsunuz!”
“Peki, sana göre bizim ne yapmamız lazım?..”
“Önce kendinizi, ruhunuzu tanımalısınız!..”