Ölümün Aslı
−Yâ Gavs-ı Â’zâm... İnsan, ölümden sonra ne olacağını bilseydi, dünya hayatını sürdürmeyi temenni etmez; her an, “beni öldür” diye yalvarırdı!
Yukarıdaki beyanda geçen, “ölümden sonra” ifadesindeki “ölüm” kelimesiyle, bildiğimiz fizik ölüme işaret edilmiyor!
Burada bahsedilen “ölüm”, bir hadîs-î şerîfte anlatılan ve “ölmeden önce ölün” şeklinde günümüze kadar gelmiş olan ölüm şeklidir.
Bir fizik ölüm vardır, maddi mânâda. Madde bedenin kullanım dışı kalmasıyla birlikte, bilincin-şuurun ruh bedenle yaşamına devam etmesi hâlidir.
Bir de manevî ölüm vardır.
“Ölmeden önce öl!” hadîs-î şerîfi bu ölüm türünden bahsettiği gibi, şu hadîs-î şerîf dahi gene bu ölümden bahseder:
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!”
Eğer insan, “ölmeden” yani fizik bedenini yitirmeden evvel, benliğinin gerçekte yok oluşunu idrak suretiyle “ölür” ise, bundan sonraki yaşamı izah etmek mümkün değildir!
Bu sebepledir ki insan, manevî anlamda yani şuur boyutunda ölmek, daha doğrusu ölümü tatmak suretiyle, uykudan uyanırsa, yakîne erer! Çokluk kabulünün getirdiği türlü sıkıntı ve azaplar onun için son bulur. Beşeriyet isminin ardındaki hakiki “VECH”i seyre başlar.
“…NE YANA DÖNERSEN VECHULLÂH KARŞINDADIR (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)!..” (2.Bakara: 115)
Âyeti onun için açıklığa kavuşmuş olur!
İşte bu şekilde olacakları bilse insan, elbette her an “beni öldür” diye yalvarır durur.
Demek oluyor ki, burada bahsedilen “ölüm” fizik mânâda, intihar anlamında bir ölüm değil; şuur-bilinç boyutunda, varsanılan vehmî benliğin ortadan kalkması suretiyle uyanıklığı temin edecek olan manevî ölümü tadıştır!