Kişi kendisini görürken, vehmî benliği ortadan kalkmamışken, Hakk’ın dışında varlıklar görme hâli devam ederken, “Ben Hakk’ım” demesi “küfr”ü yani hakikati inkârı, gerçeği örtme hâlini meydana getirdiği gibi; Tek’lik yanı sıra, çokluk ispatı dolayısıyla gizli şirke düşme hâlini dahi yaşayabilir.
“Mülhime”, ilham alan anlamınadır. Yani bu düzeye gelen kişi, kendisinin üstünde olan çeşitli mertebelerden gelen ilhamları almaya başlar; arınması, nefsini tezkiye etmesi nispetinde... Bu sebeple de ilhamın geldiği mertebenin özelliğine göre hâller yaşamaya başlar!
Kâh Mutmainne’den ilham alır, kâh Raziye’den, kâh Mardiye’den! Ve bu ilhamlar onda yaşandığı süreç içinde, o kendini sanki o mertebeleri yaşıyormuş, o mertebelerin ehliymiş gibi hisseder. Oysa gerçekte Mülhime nefs durumunun tabii neticelerini yaşamaktadır!
Buranın en büyük özelliği, kişinin kendisini, zaman zaman bir vücut sahibi birim olarak görmesine rağmen, zaman zaman da varlığın TEK’liğini algılama ve hissetme yönünden ÖZÜNDEKİ Hakk’ı müşahede etmesi; ve bu yüzden de “Ben Hakk’ım” diyebilmesidir.
Şayet tahkik neticesinde kendisinden bu ifade çıkıyorsa, elbette ki bu hâlinden dolayı suçlanamaz... Mazurdur!
Ancak buralardan geçmiş, bu mertebenin inceliklerini iyi bilen bir aydınlatıcısı var ise ve kendisi de o kişiye gerçekten inanıp teslim olmuş ise, burada meydana gelecek yanılgılardan ve ayak kaymalarından kolayca kurtularak bir yukarı mertebeye terakki edebilir.
Tevhid-i Efâl, Tevhid-i Esmâ, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zât ve bunların neticesi olarak Fenâ-i Efâl, Fenâ-i Esmâ, Fenâ-i Sıfat ve Fenâ-i Zât bu makâmda yerini bulur ve neticede “Fenâfillâh” başlar!
Bu seyir tasavvufta bir diğer tanımlama ile iki türlü sıralama şeklinde anlatılır;
1. Şeriat - Tarikat - Marifet - Hakikat.
2.Şeriat - Tarikat - Hakikat - Marifet.
Bu iki sıralamada dikkat edilirse “Marifet” ile “Hakikat”in yer değişmesi söz konusudur.
Gerçekte ise bu iki sıralama birbirinden ayrı değildir.
Şöyle ki;
Şeriat - Tarikat - Marifet - Hakikat - Marifeti Billâh!
Hakikatin öncesinde gelen “Marifet”; Mülhime nefste “ilâhî ikram” yollu kulda hâsıl olan “Marifeti İlâhî”dir. Özellikle “Rufaî” sisteminde hâsıl olur ve yaşanır.
Hakikatten sonra, Mardiye nefste bütün kemâliyle hâsıl olan “Marifet” ise, “Marifeti Billâh”tır ki, sanki birincisiyle aralarında sadece bir isim benzerliği vardır... Bu marifetin yeryüzündeki zuhur mahallinin 7’ler, 4’ler, 3’ler ve “Müferridûn” gibi çok sayılı sınırı vardır.
Bu konudaki daha detaylı bilgi “NEFS” isimli söyleşi kasetimizde mevcuttur. Ayrıca “BİLİNCİN ARINIŞI” isimli kitabımızda da bununla ilgili bilgiyi okuyabilirsiniz.
Evet… Hakikat, Mutmainne nefste yaşanmaya başlar. Yani, Ceberût âlemine nüfuz, Mutmainne’den itibaren başlar... Tam kemâli ise Mardiye Nefs mertebesinde yaşanır!
Mardiye başlangıç itibarıyla Sıfat mertebesi, kemâli itibarıyla Zât mertebesidir. Esasen, yeryüzünde üç-beş kişiye takdir edilmiş bulunan bu mertebelerden söz etmek, elbette ki pek bize düşmez.
Biz gelelim üzerinde düşünüp anlamamız gereken hususlara…
Ceberût âlemi; Mutmainne Nefs durumunda yaşanmaya başlanıp Mardiye Nefs’te zirvesine çıkılır; ki bu âleme de “Hakikat âlemi” denilir. Ki bunun da neticesi Lâhut âlemidir.
Lâhut âlemi ise “ZÂT âlemi”dir ki bu âlemin ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Ne anlatabilmek mümkündür, ne de bilgi edinerek yaşıyabilmek!