Sunu
Değerli Okurlarım,
“Tasavvuf”tan gaye, kişinin Allâh’ı bilmesi; Allâh indînde ve ilminde “yok”luğunu hissedip yaşaması; ve nihayet “ALLÂH ismiyle işaret olunan, BÂKÎ’dir” hükmünün tespit olmasıdır.
Yüzyıllarca insanlar, bu gaye ile sayısız çalışmalar yapmış, bu yolda elde ettikleri bilgileri, diğer hemcinsleriyle paylaşmak üzere sayısız eserler vermişlerdir.
Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın tebliğine kulak veren ve Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaya çalışanlar, yaptıkları sayısız çalışmalardan sonra iki ana görüş çevresinde bir araya gelmişlerdir.
a. “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”i insanın ve kâinatın ÖTESİNDE; insanın dışında; bir TANRI gibi kabul edenler.
b. “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”i, sonsuz ve sınırsız AHAD olarak anlayıp; Allâh kavramı dışında “gayrı varlık” ve hatta “gayrı” düşüncesi kabul etmeyenler.
Hz. Ebu Bekir’den, Hz. Âli’den, İmam Caferî Sadık’tan, Cüneyd-i Bağdadî’den, Bâyezid-i Bistamî’den, Abdülkâdir Geylânî’den, Ahmed Rufaî’den, Ahmed Bedevî’den, Hasan Şazelî’den, İmam Gazâli’den, Muhyiddini Arabî’den, Abdülkerîm el Ciylî’ye kadar isimlerini sayamadığımız sayısız zevât (Allâh cümlesinin sırrını azîz etsin), hepsi de yaptıkları tahkik sonucu, ALLÂH’ın AHADİYETİ konusunda ittifak etmişlerdir. Günümüzde dahi, tahkik ehli bu kanaat içindedir.Çünkü, “Hakikat” tektir ve “O”na nazar edenlerin de bu konuda ihtilafa düşmeleri mümkün değildir.
Hz. Rasûlullâh’ın söylediklerini kendilerine konu alan diğer birtakım değerli zevât dahi, dinin zâhirini korumak için son derece değerli çalışmalar yapmışlar ve insanların dine yönelmek mecburiyetinde olduklarını, çeşitli şekillerde izaha gayret ederek, bu yolda hizmet vermişlerdir...
Allâh, bu değerli zevâtın hizmetlerini de, niyetlerine göre elbette ki kabul eylemiştir...
Hâcegân silsilesi diye bilinen ve günümüzde “Nakşibendî”lik olarak tanınan tarikatın önde gelen isimlerinden Hâce Ubeydullâh Ahrar, Reşâhat isimli eserin sahibi Sâfi Hüseyin’e şöyle der:
“Günümüzün geçerli din ilimlerinin özü tefsir, hadis ve fıkıhtır. Bunların da özü, tasavvuf ilmidir. Tasavvuf ilminin de hülâsası ve mevzu, VÜCUD bahsidir.”
“Derler ki, bütün mertebelerde bir TEK VÜCUD vardır; ki o vücud, kendi ilmî sûretleriyle görünmüştür...”
İster Vahdet-i Vücud; ister Vahdet-i Şuhud; ister Şuhud-u Zât; tasavvuftaki hangi görüş olursa olsun, hepsinin de esası TEK’liktir!
İşte bu sebepledir ki, bütün tarikatların (elbetteki tasavvuf tarikatlarının) konusu; “ALLÂH’ın TEK’liği”nin anlaşılması, hazmedilmesi ve yaşanmasıdır...
Gerçek tasavvuf ehli, hangi yoldan olursa olsun, bir diğer kişiye “gayrılık” gözüyle bakmaz ve hakkında menfi konuşmaz;çünkü yetiştiricisi kâmil ise öğretmiştir ki, konuştuğu söz Hakk’a ulaşacaktır!
1967 yılında neşrettiğimiz “TECELLİYÂT” isimli kitapçığımızda, o gün için Allâhû Teâlâ’nın bize ihsan buyurduğu ilk müşahededen söz etmiştik. Vahdet konusunda ilk görüşlerimizi, o eserde dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık...
1982 yılında ise, çok değerli arkadaşım Hilmi Ahmed Tunalı, bizden Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin tasavvuf ehli arasında çok meşhur olan “RİSÂLE-İ GAVSİYE” isimli eserini açıklamamızı istedi.
Biz de kapasitemiz yettiğince, Allâh kulu olarak, ihsan buyurduğu ilim ve yaşam nispetince, bu eseri altmış dakikalık dört kaset dolduracak biçimde açıklamaya çalıştık.
Elinizdeki “GAVSİYE AÇIKLAMASI”, işte bu çalışmanın kitaba göre düzenlenmiş şeklidir. Bu hizmete vesile olan ve yıllar boyunca uzun yıllar çalışmalarımda büyük desteğini gördüğüm değerli insan Hilmi Ahmed Tunalı’ya huzurlarınızda açık teşekkürlerimi sunmak benim için bir borçtur.
Evet, niçin “Gavsiye açıklaması”...
Yanlış bilgilenme sonucu olarak, halkımızın pek çoğu, tasavvufun ana mevzusu olan “Allâh’ın TEK’liği” konusunu Muhyiddini Arabî’ye bağlarlar; ve hatta, bu konudaki bilgisizlik yüzünden konuyu saptırarak, “panteizm” olarak değerlendirip ve çevrelerine de böyle anlatırlar.
Oysa, “Allâh’ın TEK’liği” konusunun, “panteist” görüş ile uzak-yakın hiçbir ilgisi olmadığı gibi; bu konuyu ortaya atan ilk insan da Muhyiddini Arabî değildir!
Muhyiddini Arabî’den çok evvel, İmam Gazâli, avama dönük olarak yazdığı Kimyâ-i Saâdet, İhya-u Ulûmid’din gibi eserlerinin yanı sıra; kendi ifadesiyle “ariflere, gerçekleri idrak ettirmek için” yazdığı “MİŞKÂTÜL ENVÂR” isimli eserinde, “VAHDET” konusunu bütün açıklığıyla kaleme almıştır. Bu çok değerli eser, dilimizeSayın Süleyman Ateş tarafından kazandırılmış ve Mehmed Şevket Eygi tarafından Bedir Yayınevince basılmıştır. İmam Gazâli’nin “Vahdet” konusundaki görüşlerini öğrenmek isteyenlere bu eseri tavsiye edebiliriz...
“Vahdet” konusunu, İmam Gazâli’den bir hayli önce de, Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hazretleri “GAVSİYE RİSÂLESİ” isimli eserinde açıklamıştır...
Genelde, tarikat seviyesinde kitapları bilinen Hz. Gavs’ın, “HAKİKAT” bahsini anlatan bu eseri, tasavvufla ilgilenen, hangi yoldan olursa olsun, herkes için son derece önemli bir eserdir.
Bu yüzdendir ki, talebin kimden geldiğini elhamdulillâh gördük; ve günümüz diliyle, günümüz insanının anlayacağı bir biçimde açıklayarak sizlere sunduk.
Ayrıca, “NAKŞIBENDΔ silsilesinden birçok zevâtı kirâmın “VAHDET” konusundaki görüşlerini de gene bu esere ilave yaptık; ki okuyucu sadece KADİRÎLİKtebu görüşler varsanmasın.
Ve nihayet “Vahdet”i konu alan bazı şiirleri de bu esere ekledik; ki o konuda ehlini de mahrum bırakmamış olalım.
Tasavvufta, hemen bütün mürşidi kâmillerin bildiği bu konuyu, ehlini bulamamış isteklilerinin de mahrum kalmaması gayesiyle kitaba dökerken; temennimiz, hiç değilse hakikatin bilinebilmesidir!
AHMED HULÛSİ