“Hanîf” İnancı
Hz. Muhammed (aleyhisselâm) “ÜMMΔ olmasının; yani, hâlâ “KİTAP”ı “okuyamamasının” sıkıntısı içindeydi!
Bu sıkıntı öylesine büyük boyutlara ulaşıyordu ki; günlerle, haftalarla kimseyi görmüyor, görmek istemiyor; sadece düşünce dünyasındaki o muazzam sorunu nasıl çözebileceğini düşünüyordu...
Zira, kafasında oluşmuş bulunan suallerin hiçbirinin cevabını sözü edilen dinlerde ve putperestlikte bulamıyordu!
Orijinal düşünce şekli kaybolmuş Yahudilik veya Hristiyanlık ile, düşünen insana hiçbir şey vermeyen ilkel PUTA TAPARLIK, o devirde dahi Hz. Muhammed Mustafa, Ebu Bekir gibi bazı zevâta hiçbir şey ifade etmiyordu...
O yüzden de, bu zevât “ehli kitap” dışındaki “ümmî”ler sınıfında yer alıyorlardı...
Ne var ki, iş bu kadarla kalmıyor, “ehli kitap” içinde yer almadıkları gibi, puta taparlar arasında da bir yerleri bulunmuyordu!.. Çünkü “ümmî”ler arasındaki “HANÎF”ler grubunu oluşturuyorlardı...
“HANÎF”ler... Dinî İbrahim, yani “Tevhid” anlayışı üzerine olanlardı!..
Bize ulaşan bilgilere göre...
İdris Nebi, görev süreci içinde, insanlara, yeryüzünde olup bitenler üzerinde gök cisimlerinin tesirlerinden bahsetmiş; yani “Burçlar ilmini” açıklamıştı...
Ancak, kendisi bu açıklamayı yaparken, elbette ki bütün bu güçlerin idaresinin de Allâh’ın ilim, irade ve kudretiyle meydana geldiğini bildiriyordu...
“Astroloji” yani eskilerin deyişiyle “Burçlar İlmi” denilen sistem, İdris (aleyhisselâm) tarafından açıklandıktan sonra; derin düşünce yeteneğinden mahrum insanlar, olayın kökündeki ve sistemdeki ana güçten perdelenerek; tesirlerini kesinlikle tespit ettikleri “Burçlar” ilmine sarılıp, her şeyin yaratıcısı ana kudret olarak yıldızları kabullendiler!
Bu yanlış tespit, daha sonraları, dar görüşlü insanların, bu gök cisimlerini “TANRILIK TAHTINA” oturtmalarına; ve böylece birer tanrı kabul ettikleri gezegen ve burçlara tapınmaya kadar uzandı!
Esasen her Nebi’nin getirdikleri, o toplum içindeki dar görüşlüler tarafından zaman içinde saptırılmış, sistem içindeki doğruluk noktasından kaydırılarak; lokalize doğruluk veya yerel doğruluk noktasına oturtulmak suretiyle deforme edilmiştir...
İşte, “Burçlar İlmi”nin (Astroloji) konusunu oluşturan Allâh’ın varediş sistemi içindeki bu mekanizmanın yanlış kavranılması sonucu; gök cisimleri, toplumlar tarafından tanrılaştırılmaya başlanınca, bu kavramlar adına putlar yapılmaya başlanmış ve nihayet Ay’ın, Güneş’in, yıldızların birer tanrı oldukları ve bunlara tapınılması görüşü o devir toplumlarına yerleştirilmiştir...
Böyle bir akış içinde iken insanlar, bu defa İbrahim Nebi gerçekçi düşünce yoluyla bu yıldızların, Ay’ın, Güneş’in tanrı olduğu yolundaki iddiaların üzeride derin düşünceye girmiş ve bunların tanrı olamayacağı gerçeğine ulaşmıştır...
Bu eriştiği gerçek neticesinde de hâlini şöyle dile getirmiştir:
“İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemâvati vel Arda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn”
“MUHAKKAK Kİ BEN VECHİMİ (bilincimi) HANÎF (tanrı objesiz) OLARAK, SEMÂLAR VE ARZIN FÂTIR’INA (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) YÖNELTTİM... BEN MÜŞRİKLERDEN DEĞİLİM!”(6.En’am: 79)
“VECH”, “yüz” anlamına gelir... Ama bildiğimiz “surat” ya da “sîma” yani “sûret olarak görünen yanımız” kastedilmiyor burada! “İÇYÜZ”ümüzdür bahis konusu olan!
Mesela bir insan için deriz ki “ikiyüzlü”! Burada anlatılmak istenen “ikiyüz” nedir?.. Diyelim ki, iki kişilik...Ya da “binbir yüzlü” deriz... Yani, çok kişilikli anlamına!..
“VECH”, “kişilik yüzü” anlamına kullanılmaktadır burada... Buna, “manevî yüz” de denebilir!.. Keza, kişinin “düşünsel kişiliği” de demek uygundur... Ya da, başka bir ifade ile, “şuursal kişilik” de diyebiliriz!..
Öyle ise, İbrahim (aleyhisselâm)’ın “vechimi” deyişini, “düşünsel kişiliğimi” gibi anlayıp;
“Düşünsel yapımla, O manevî VARLIĞA döndüm ki, gökteki bütün yaratılmışların ve yeryüzündekilerin FÂTIR’ı O’dur!.. ”
Şeklinde de bu ifadeyi deşifre edebiliriz...