İlk Âyetler
İşte, Hz. Muhammed (aleyhisselâm), “HANÎF” olarak böylesine düşünceler içinde, gökte bir tanrıya, ya da putlara inanmıyor, tapmıyor; Allâh’ı anlayıp, idrak edip O’na “kulluğunun” gereğini yaşamayı arzu ediyordu...
Bu varlık, bu âlem, bu sistem, bu düzen nasıl meydana gelmişti?.. Nasıl işlemekteydi?..
Elbette ki, her oluşan şey, ya bir şuurun, ilmin eseridir; bir sistem ile, bir düzen içinde meydana gelmiştir... Ya da, o şeyler kör bir tesadüf eseri oluşmuştur... Ki bunun doğal sonucu da kaostur!
Şayet, bütün göktekileri ve yerdekileri bir düzen, bir sistem içinde yaşamlarını devam ettiriyor olarak algılıyorsak, elbette ki bunları bu şekilde vareden bilinç sahibi bir ZÂT da mevcuttur!..
Öyle ise bu neydi?..
Varlıkta yeri var mıydı?..
Varlıkla ilişkisi neydi?..
“Ben” üzerinde nasıl tasarruf etmekteydi?..
Bu yüce varlığa ermek mümkün müydü?..
Mümkün ise bu nasıl gerçekleşebilirdi?..
İşte böylesine çeşitli düşünsel sorunlar içinde olan ve bunlara çözüm bulamadıkça da iç huzuruna kavuşamayan Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm), bir gün hiç ummadığı bir olayla karşılaştı...
Hıra tepesindeki mağaranın önünde beliren olağanüstü boyutlardaki görüntüsüyle Cebrâil isimli “melek” onu şiddetle sıkarak şöyle dedi:
− İKRA!.. yani, “OKU”!
Bu sırada, daha önce de belirttiğimiz üzere Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın eline verilmiş herhangi bir yazılı metin yoktu!..
Eline verilmiş, ya da önüne koyulmuş hiçbir yazılı metin olmadığı hâlde; sormadı Hz. Muhammed şu soruyu:
− Neyi okuyayım?..
Çünkü biliyordu, neyi “OKU”MASI gerektiğini!.. Zaten, onu “OKU”yamamasının getirdiği sıkıntı içinde, aylardır bu mağarada âdeta çile doldurmaktaydı!
Bu yüzden, bu sıkıntısını, çaresizliğini dile getirir şekilde cevap verdi:
− “Oku”yabilenlerden değilim!.. “Oku”yamıyorum!
Bu cevap üzerine Cebrâil (aleyhisselâm), O’nu tekrar “sıktı” ve uyarısını tekrarladı:
− İKRA!..
Ne çare ki, hâlâ “oku”yabilmiş değildi!.. “Oku”yamıyordu! Tekrar cevapladı:
− “OKU”yamıyorum!.. “Oku”yanlardan değilim!
Nihayet üçüncü defa “SIKTI” Cebrâil O’nu ve şöyle dedi:
“İKRA’ Bismi Rabbikelleziy halak; Halekal insane min ‘alak; Ikra’ ve Rabbükel Ekrem; elleziy alleme BilKalem; allemel insane ma lem ya’lem!..” (96.‘Alak: 1-5)
“YARATAN RABBİNİN İSMİ (ile işaret ettiği hakikatin olan kuvveler) İLE OKU! İNSANI ALAK’TAN (kan pıhtısı; genlerden) YARATTI. OKU! (Çünkü) RABBİN EKREM’DİR! O Kİ, (O Rabbanî özellikleri ve genetiğini) KALEM OLARAK ÖĞRETTİ (programladı)! (Yani) İNSANA BİLMEDİĞİNİ TALİM ETTİ.”
Şimdi hemen şu âyeti hatırlayalım:
“Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ…” (2.Bakara: 31)
“Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ’yı (Esmâ ül Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı).”
Bu iki âyet arasındaki bağlantı noktası nedir?..
Her iki âyet de insanın varoluşundan; ve bu varoluş sırasında insana bahşedilen yüce özellikten söz etmekte...
Şimdi, kitabımızın ana konusunu oluşturan en önemli noktayı açıklamaya çalışalım...
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın eline herhangi bir yazılı metin verilememiş olduğuna göre, kendisine vahiy getiren “melek” neyi “OKU”masını talep etmişti?..
Nasıl okuyacaktı?
Şimdi anlatmaya çalışacağımız şeyleri, çok iyi anlamaya çalışalım...
Hz. Muhammed, “HANÎF” inancına sahip olduğu için, bir tanrıya tapanlardan değildi. Bir...
İçinde yaşadığı sistemi ve bu sistemi meydana getiren GÜCÜ anlamaya çalışıyordu... İki...
Cebrâil diye bildiğimiz meleğin vahyi ile kendisinde “OKU”ma özelliği oluştu... Üç...
“OKU”masını sağlayan özellik ve güç esasen kendisinde mevcuttu; fakat bunu kullanamıyordu... Dört...
İşte bu şartlar altında Cebrâil diye bildiğimiz “melek”, O’na “OKU” dedi...
O ise buna cevap verdi:
− “OKU”YAMIYORUM!..
Ve Cebrâil isimli “melek” O’nu “SIKTI”!
Şimdi, önce bu noktayı iyi anlamak gerek...
“Cebrâil, O’nu SIKTI” diye anlatılmak istenen nedir?.. Cebrâil, bizim gibi topraktan yaratılmış, yani maddi bedeni olan bir varlık olmadığına göre, bu “SIKTI” işlemini nasıl anlayacağız?
“MELEK”ler, orijin yapıları itibarıyla “NÛR”dan varlıklardır...
“CİN”ler ise “NÂR”dan yaratılmış varlıklardır...
Yani, her iki varlık türü de, bilmekteyiz ki, maddi yapıya sahip değillerdir...
Ve her iki yapı da, bilmekteyiz ki, insanlar üzerindeki etkilerini, beyinlere yolladıkları “ışınsal impuls”larla meydana getirmektedirler...
Bundan önceki kitaplarımızda, insan beyninin kozmik ışınlarla nasıl programlandığından söz etmiştik...
İşte insan beyni, her an cinnî ve melekî etkilere açık vaziyette, sürekli olarak etki almaktadır…