Sonra düşünmüş kendi kendine...
“Fili verirsen körlerin eline işte böyle değerlendirirler; daha ne beklenir ki!”...
Evet, beşer hafsalasanın alamayacağı boyutlarda Evrensel SİSTEMİ ve gerçekleri açıklayan Kur’ân-ı Kerîm’i tek yönlü ele alarak; sadece “tefsir” bilgisiyle, asırlar öncesinin dar görüşüyle açıklamak; ya da sadece “tasavvufun” mecazî anlamlarıyla onu çözmeye çalışmak; sırf “fıkıhçı” ya da sırf “kelâmcı” olarak olaya bakmak; yahut da sadece çağdaş bilimlerle, Kur’ân-ı Kerîm’i bir bilim kitabı olarak değerlendirmeye çalışmak, “körlerin fili tanıma çabasından” öteye geçmez!..
ALLÂH, olaylara yüzeysel şekilde yaklaşıp, konuyu ilgilendiren bütün ilimleri kapsamayan bir bakış açısıyla ele alanların; “Kur’ân işte bu açık hükümlerden ibarettir ve bunun ötesinde başka bir şey yoktur” demelerini kesmek; ve tefekkür ehlini ödüllendirmek; ve hem de o devrin şartlarında anlaşılması olanaksız bazı gerçekleri, o günden bildirmiş olmak amacıyla, birçok hususu “müteşabihât” yani “benzetme yollu anlatım” yani “mecazî anlatım” yani “sembollerle anlatım” yoluyla gerekli bilgileri sergilemiştir, bizlere... Elbette, BASÎRET EHLİ olan, yüksek tefekkür gücü bağışlanmış zevâta...
Şunu çok iyi bilelim ki, Evrenselliğin sergilendiği o muhteşem KİTABI üst düzeyde anlamak, sırlarını deşifre etmek istiyorsak, tek bir daldaki ihtisasla bunu gerçekleştirmemiz asla mümkün olmayacaktır...
Meğer ki ilâhî inayet ve hidâyet ulaşa!..
Aksi takdirde, kişilerin tek bir dalda yaptıkları çalışmalara dayanarak, “Kur’ân-ı Kerîm”in ifade ettiği tüm mânâları kapsar bir biçimde “sentez hükmü” vermeleri mutlaka yanıltıcı olacaktır!
Zira, “fıkıhçının”, “tefsircinin”, “hadisçinin”, “kelâmcının”, “tasavvufçunun” ya da “doktorun”, “fizikçinin”, “matematikçinin” sadece “branş” bilgileriyle olayı irdelemesi ve bir senteze gitmesi, böylece de Kurân’ın tümü hakkında hüküm vermesi çok yanıltıcı sonuçlar doğurabilir... Bu durum da neticede önemli sapmalara neden olabilir...
Dolayısıyla, bizim için en ehven yol, her daldan “olayın sistemini” kavrayabilecek ölçüde bilgi sahibi olarak, çok geniş kapsamlı perspektifle çözüm aramaktır!..
Bunun için de üzerimize düşen, “ALLÂH”ın “OKU”mamız için karşımıza çıkardığı SİSTEM KİTABINI iyi anlayarak, doğada akıl ve mantık dışı hiçbir şey olmadığını fark ederek, çok yönlü değerlendirmeye başlamaktır.
İşte böylece ele alırsak “müteşabihât” olan harfleri...
“Elif... Laaam... Miiiym!”
Bu harflerin ne anlama geldiği hakkında çeşitli düşünürler, çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir...
Bu harfler gibi, yine sûre başlarında yer alan “Kaf, ha, ya, ayn, sad” ve “Ha, mim, ayn, sin, kaf” harflerinin “ALLÂH” isimleri arasında bulunduğu ve Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın bu isimleri okuyarak dua ettiği bilinen bir olaydır.
Bu itibarla bu harflerin Allâh isimlerinden olması, büyük bir olasılık olarak ileri sürülmüştür...
Öte yandan, Hz. Ebu Bekir’in bu konuda şöyle dediği naklolunur:
“Her kitapta Allâh’ın bir sırrı vardır... Kurân’daki sırrı da, evvelleridir...”
Hz. Âli dahi bu konuda şöyle demiştir:
“Her kitabın bir özü vardır; bu kitabın özü de hecelenen harflerdir...”
İbn Abbas ise her bir harfin Allâh’ın bazı isim ve sıfatlarına işaret ettiğini belirterek şöyle yorumlar:
“‘Elif’; “AHAD, EVVEL, EZELİ, EBEDİ” gibi isim ve sıfatlara; ‘Laaam’; O’nun “LATİYF” oluşuna; ‘Miiiym’; “MELİK, MÂLİK, MECİYD, MENNAN” gibi isim ve sıfatlara işaret eder!”
Bunların dışında kalan bazı yorumlar ise şöyle:
“Elif; ALLÂH’a işaret eder, Laaam; Cebrâil’e; Miiiym; Muhammed(aleyhisselâm)’a”...
Yani, “ALLÂH kelâmı, Kur’ân-ı Kerîm, Cebrâil tarafından Muhammed (aleyhisselâm)’a vahyedilmiştir”, anlamını taşımaktadır bu üç harf; denilmiştir...
“Elif, ‘ene’; Laaam, ‘Allâh’; Miiiym, ‘Aliym’ anlamına gelir ki mânâsı ‘Ben Allâh, bilirim’dir...”
Bizim bu konudaki müşahedemize göre ise;
“Elif”, “Ahad” isminin mânâsına;
“Laaam”, “Latiyf” ismi yönünden “Ulûhiyet”e;
“Miiiym” ise “Hakikat-i Muhammedî”ye işaret etmektedir...
“Elif”, “Laaam” ve “Miiiym” dikkat edilirse, “Fâtiha” Sûresi’nin hemen akabindeki ilk âyettir; ve sanki iki sûre-metin arasında bir köprü teşkil etmektedir.
Fâtiha Sûresi,“Allâh” indîndeki âlemlerden ve içindekilerin yerinden; “Allâh”ın “RAB” olarak onlar üzerindeki tasarrufundan; ve dahi yarattıklarının genel ve özel rahmetle hidâyet üzere kulluklarını yerine getirişinden bahsederken...
Bu harfler, “AHAD” olan “Zât”ın “ULÛHİYET” kemâlâtının “LATİYF” olarak, tüm varlığın özü ve aslı olan “Muhammedî Hakikat”ten zuhurunu özetlemektedir...
İlk yaratılmış olan “Ruh-u Â’zâm”dır!
“Ruh-u Â’zâm”dan, bilinci yönüyle “Akl-ı Evvel” diye de bahsolunur... Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın ruhunun hakikati, özü, aslı, orijini de budur... Bu mertebede henüz bireyler ve bireysel ruhlar söz konusu değildir...
Burada, “AHAD” olan “ALLÂH”ın “ULÛHİYET” kemâlâtının, “Muhammedî hakikat”ten zuhuru, yani “kesrete” dönüşmesi ifade edilmiş; ve bunun arkasından da, kesretin tafsili mahiyetindeki ana metne girilmiştir... İşte bu ilk üç harf ile...