Tabiatın Getirdiği Cehennem
Tabiatını kontrol altına alma ve terkibini aşma dediğimiz şeyler ne oluyor? Tabiatını kontrol altına alma demek, senin yeme, içme, seks ve uyku fonksiyonlarını kontrol altına almandır!
Namaz, oruç, zikir gibi ibadetler dahi bir yönden bunlarla alâkalıdır!.. Mesela senin tabiatın!.. Sabahın o saatinde kalkıp abdest alıp, namaz kılmak istemez veya gece yatacaksın, uykun gelmiş, yatsıyı kılmamışsın, o saatte kalkıp abdest alıp o uykulu hâlinle, uykudan vazgeçip namaz kılmak bedeninin tabiatına ters düşer...
Bunu yapmak suretiyle önce bedenin tabiatıyla karşı karşıya gelip, tabiatına hükmetmek gerekir! Bedeninin tabiatına hükmedemediğin zaman, zaten sen kendini bedeninin tabiatına kaptırmış, kaybetmiş durumdasın!.. Kısacası, tabiat bataklığında, tabiat zindanında boğulmuşsun!..
Tabii yönden mücadele verilecek olan hususlar bunlardır... Ayrıca süslü giyim, seks, yiyip içme zevki, veyahut da bunlar ayarında olan başka bedenî zevkler! Mesela bunları, bedeninin tabiatı istediği tarzda kullanmamak veya o şeylerden vazgeçmek!.. Tâ ki alışkanlığı, bağlılığı terk edesin! Bu; işin birinci, fiil düzeyindeki mücadelesi; bir de bunun terkip yönündeki yani seni meydana getiren isimlerin mânâlarının, terkibinin seni ittiği düzeydeki mücadelesi var...
Sana kolaylaştırılanlar var! Sana kolaylaştırılan şeyler, senin tabii terkibinin, yani senin varlığını meydana getiren mânâların terkibinin seni ittiği şeylerdir... Sen, bu seni oluşturan mânâların terkibinin ittiği şeyleri değil; onların aksini yaşamaya çalışacaksın! Bir süre için, kendini kontrol altına alana kadar bunu yapmak zorundasın!
Senin terkibin, seni çevrendekilerin herhangi bir konuda yardımına koşmakla zorluyor. Ne kadar ulvî bir duygu!.. Aman onun yardımına koş, ona şunu öğret, ona bunu öğret diyor! Ve sen bunu, bu tabii hâlinle zaten yapıyorsun!.. Bunu bir süre için yapmaman gerekir!.. Bu seni itekleyen şeye hâkim olabilene kadar bunu yapmaman gerekir!..
Bu senin dediğin çok büyük iş Hulûsi, böyle olmaz! Delil göster bize!.. Evet bizim sözümüzün yeterli olmadığı yerde, delil göstermek mecburiyetindeyiz!.. Başta Abdülkâdir Geylânî olmak üzere, pek çok zevât uzun seneler, halkın içinden çıkmış, onlarla münasebetlerini kesmişler!.. Bildiklerini idrak ettiklerini onlara anlatmaktan vazgeçmişler; bildiklerini oturtmak ve yaşamak üzere belli bir süre inzivaya çekilmişler. Kendilerini tümüyle tanıyıp, kendilerini tümüyle kontrol altına alıp, ilmiyle tahakkuk ettikten sonra, o insanların içine girerek, tatbikatında onlara yardımcı olmuşlardır...
Daha hiçbir şey bitmeden, idrak etmeden, yaşamadan, ben şuna da yardımcı olayım, ben buna da yardımcı olayım diyerek onlara yardımcı olmakla geçireceğin vakit, senin benliğinin, nefsinin kuvvetlenmesinden başka sana hiçbir şey getirmez!..
Ve nitekim, bu yaptığın çalışmalardan da doğru dürüst hiçbir zaman bir netice alamazsın!.. Ve üstelik, onlarla meşgûl olman, seni esas meşgûl olacağın şeylerden de büyük ölçüde alıkoyar!..
E... Ben şu hareketi yapacağım, benim için bir değeri yok ama karşıma gelecek falanca kişi benim bu hâlimi gördüğü zaman ne der?.. Sonra ben de ona faydalı olamam!.. Doğru, bu düşünce tamamen yerli yerinde!.. Senin tabii terkibini oluşturan mânâlar yönünden, meydana gelen bir düşünce!..
Ama senin durumun bu değil! Bu çok daha sonra, senin başka bir yapı ile bürünebileceğin bir özellik olabilir... Şu andaki hâlinle, tabii terkip hükmüyle senden çıktığı için; yani sen senliğinle karşındakine yöneldiğin için, zaten netice alamazsın! Senden çıkan beşerî hüküm olur! Ve beşerî hüküm olduğu için, o da hâliyle reddeder!..
Sonra ikinci bir önemli husus; sen varlığın oluşumuna vâkıf değilsin!.. Önce senin hayalinde yarattığın ilâhı, “Allâh” diye kabul etme anlayışının senden gitmesi lazım!..
Şu tabiat hükmüyle birlikte, ikinci bir yapı, kişiliğin, dedik ya... Akıl, fikir, idrak, vehim vs... Bunlarda, şartlanmaların da tesiriyle meydana gelen bir TANRI anlayışı var!.. Senin bu TANRI kabul ettiğin, ilâh dediğin şey;
“Hevâsını tanrı edinen; (bu yüzden) Allâh’ın onu bilgisi (kabulü) doğrultusunda saptırdığı, algılaması ve hakikati hissedişini kilitlediği, görüşüne perde koyduğu kimseyi gördün mü?..” (45.Câsiye: 23)
Âyetinde kastedilen ilâhtır... Sen, “Allâh” ismini verdiğin bir ilâh ve onun meydana getirdiği bir âleme iman ediyorsun!.. Bu senin hayaline tapınmadan başka bir şey değildir!..
Evren dediğimiz, kâinat dediğimiz sonsuz yaşam ve bunun içinde var olan cennet, cehennem insan faktörü itibarıyla ilim malûma tâbidir!.. Varlığın aslı, özü, orijinali, hakikati itibarıyla malûm ilme tâbidir!.. Bu ne demektir? Biraz daha açalım...
Varlığın aslını ve özünü ve Zâtını müşahede ederek varlığın oluşu hakkında hüküm vermek gerekirse deriz ki: Malûm ilme tâbidir.
Yok eğer terkibiyetimiz yönünden sonsuzluğu, kâinatı, geleceği ve varlığın tekliğini müşahede yoluyla, söz edersek bu defa da deriz ki: İlim malûma tâbidir.
Artık burada, malûmun ilme tâbi olduğu mahalde, boş hayallere, arzulara ve umutlara yer yoktur. “Canım Allâh nasıl olsa Ğafûr, Afüvv, bunu affeder”; “Allâh nasıl olsa Rahıym, merhamet eder” gibi boş hayal ve umutlara yer yoktur!..
“Şeytan sizi, ‘Allâh, Rahıym’dir, Keriym’dir’ diyerek aldatır...”
Şeytan burada vehmi tahrik ederek, sanki öte galakside yaşayan tonton dede tipi bir tanrı varmış da sen burada ne yaparsan yap o seni affedecekmiş gibi bir zan oluşmasına yol açar... Ve senin böyle bir görüşe sapmana ve bu yüzden fiziki, fiilî gerçeklerden bîhaber olarak kendi hayatını cehennem etmene yol açar. Nitekim bugün çevrenize baktığınız zaman bunu apaçık görürsünüz.