“Abd ve Rasûl Oluşuna Şehâdet” Ne Demektir?
Evet böylece “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh” diyebilirsek; bundan sonra bizim üzerimize bir görev daha düşer...
“Ve eşhedü enne Muhammeden AbduHÛ ve RasûluHÛ” diyebilmek.
“Ve eşhedü”; şehâdet ederim ki “enne”; kesinlikle bu böyledir. Yani, bu şehâdeti öyle bir ederim ki, kesinlikle bu şehâdetim geçerlidir, şaşmaz!.. “Muhammeden AbduHÛ ve RasûluHÛ”; Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür!
“Muhammed” isminden kasıt müsemmadır!..“Muhammed” ismiyle kastedilen varlık!.. Bu isimle kastedilen varlık, önce “kulu”dur, sonra “Rasûlü”!..
Burada “Kul”luk, “Rasûl”lükten de üstündür ki, öne alınmıştır...
Düşün ki, Rasûllük!..
“Ben gelmiş geçmiş bütün Rasûllerin içinde öne geçirilmişim” diyor...
Rasûllükten daha üstün yüksek mertebe yok; bir de bütün gelmiş geçmiş Rasûllerin önüne geçiriliyor!..
Ve bu Rasûllükten daha üstün olarak,“kulluk” yani “Abd”iyet yönü öne geçiriliyor,“AbduHÛ” sözüyle!..
Muhammed ismi ile müsemma olan mânânın, “kul”luğu ne demektir?
Muhammed “AbduHÛ” deniyor...
Bir kere “Abdiyet”, “HÛ”ya bağlanmıştır!..
“HÛ”;hüviyeti gösterir...
“ABD”iyeti “HÛ”viyetidir, mânâsı burada gizlidir!..
Yani, Allâh’ın hüviyetine “kul”dur, demektir bu!..
“Allâh’ın hüviyetinin kuludur” demek; “Efâl mertebesiyle, Esmâ mertebesiyle, Sıfat mertebesiyle ve de Sıfat mertebesinin hüviyeti olan Zât mertebesine câmidir!” demektir...
Neticede bilerek ve bilmeyerek, Kelime-i şehâdet’i söyleyen herkes, Hz. Muhammed’in Efâl, Esmâ, Sıfat ve Zât mertebelerine câmi olduğunu itiraf etmektedir; ama bilinçli olarak, ama bilinçsiz olarak!..
“Hû”viyetin “abd”ı olması hâli, bütün gelmiş geçmiş Rasûller arasında, bir tek “Muhammed” isminin müsemması olan mânâda müşahede edilir!..
Bir şeyin Hüviyeti, o şeyin Zâtına işaret eder, o şeyin Zâtını gösterir!.. İlâhî hüviyete bağlanması; İlâhî Zâtı, zâtında müşahede etmiş olmasından dolayıdır!..
İlâhî Zâtı, zâtında müşahede eden ilk beşer; Hz. Muhammed Aleyhissalâtu Vesselâm’dır!..
Bu yönden de O’nun mertebesi, tarifi mümkün olmayan, eşsiz bir mertebedir!
Hiçbir Rasûl, onun yanında ismini geçiremez!
Hz. Muhammed’in vârislerinin de O’nun bu mânâsının vârisi olması hasebiyle, diğer Nebi ve Rasûllerin arasında geçer adları, mânâ âleminde!
O’nun vârisleri kimlerdir?
O’nun vârisleri ancak “İNSAN-I KÂMİL”lerdir!..
“İnsan-ı Kâmil”ler umumi mânâda anlaşılan “kâmil insanlar” değildir!..
“İNSAN-I KÂMİL”ler, Gavsiyet mertebesini dahi ihrâz eden, yüksek kemâlât sahibi, devrinin “Zât”larıdır!..
Ve varlık, Onlar üzerine dönmektedir ve Onların hükmüyle yürümektedir!..
İşte bu yüzdendir ki, bu “Abduhû” kelimesindeki “Hû”, her ne kadar zâhirde, avam anlayışında “Hû”, “ki O” diye Allâh’a işaret gibi yorumlanırsa da; gramer kaidesine göre o anlamda geçerse dahi; hakikat müşahedesinde, oradaki “HÛ”, Hüviyete işaret eder, İlâhî Hüviyeti kasteder!..
İlâhî Hüviyetin kulluğu; âlemde Esmâ, Sıfat, Zât mertebelerini ihrâz etmeye dayanır!..
İşte bundan sonra, “Risâleti” gelir... Risâleti ne demektir?..
Risâletin mânâsı; Ulûhiyetin hükümlerini, Ulûhiyetin beşeriyetin ebedî saadetine dönük emirlerini, Efâl mertebesinde ortaya koymaktadır!..
Efâl mertebesinde Ulûhiyetin hükmü ve gereği olan yeni emirleri ortaya koymak, Risâlettir!.. Bu Efâl mertebesinde gerçekleşir!..
Böylece kişi, bu şehâdeti getirdikten sonra, yani Hz. Muhammed’in Abdiyet ve Risâletine de şehâdet ettikten sonra İslâm olmuş olur!
Zâhirde bu kelimeyi söylemesi, ona “müslüman” denmesine yol açar.
Hakikatte bu şehâdeti yapmış olması da,
“Kim muhsin olarak vechini (şuurunu) Allâh’a teslim ederse, gerçekten en sağlam kulpa tutunmuş olur...” (31.Lukmân: 22)
Âyetiyle işaret edilen mânânın kendisinde açığa çıkmasıyla mümkün olur.
“Muhsin”, Allâh’ın isimlerinden bir isimdir. Esmâ-ül Hüsnâ’da yoktur... “Vechini Allâh’a teslim etmesi”, yani vechinde Allâh’tan gayrının olmadığını itiraf etmesidir!..
Çünkü zaten “ne yana başını döndürürsen Allâh’ın vechini görürsün” diyor ya!.. Ne yana bakarsan, “O’nun vechini” gördüğün gibi, başkası da; senin vechin, Allâh’ın vechi olması hasebiyle; sende Allâh vechini görür...
İşte böylece Kelime-i şehâdeti getiren; emaneti sahibine iade etmiş, “hain” damgası yemekten kurtulmuş ve de “vech”ini Allâh’a teslim etmiş olur!
Risâleti böylece açıklamaya çalıştıktan sonra şimdi de Nübüvvet ve velâyet üzerine birkaç söz edelim... Önce, Nübüvvet ve Risâlet nedir, onu anlatalım...