− Biz Allâh’ın oğlu Mesih’e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara da denilecek ki;
− Siz yalan söylüyorsunuz!.. Allâhû Teâlâ hiçbir eş ve oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz istediğiniz nedir?..
Onlar da;
− Yâ Rab pek susadık bize su ver!.. niyazında bulunacaklar.
Bu talep üzerine:
− Haydi su başına gelmez misiniz... diye kendilerine işaret vâki olacak.
Onlar da bir araya getirilip, nârıcahîme doğru sevk edilecekler. O nârıcahîm ki onları nazarında yalımları birbirini kırıp geçiren serap gibi görünecek ve onu su zannedip yekdiğeri ardınca ateşin içine dökülecekler.
Allâhû Tebâreke ve Teâlâ bundan sonra kalan müminlere evvela onlara, inandıklarından bir başka sûretle gelip;
− Ben sizin Rabbinizim, buyuracak. Onlar da o tecelli ile tanımayacakları için;
− Senden Allâh’a sığınırız!.. Rabbimiz gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır, bir yere ayrılmayız!.. Rabbimiz geldiğinde biz onu tanırız! diyecekler.
Allâhû Azze ve Celle Hazretleri onlara bu defa tanıdıkları bir sûrette gelip;
− Ben Rabbinizim! buyuracak. Onlar da:
− Sen bizim Rabbimizsin,diyecekler. Ve Allâhû Teâlâ’nın onları davet buyurması üzerine O’na tâbi olacaklar.
Bu arada başka bir açıklama:
− Ya siz ne bekliyorsunuz? dendiğinde;
− Her ümmet ibadet ettiğinin ardına düşsün! buyuracak. Onlar da;
− Ey Rabbimiz biz Dünya’da iken, seni tanımayan, ibadet etmeyen insanlardan, kendilerine en ziyade muhtaç iken dahi, ayrılıp semtlerine uğramazdık, onlarla görüşmezdik! diyecekler.
− Biz şimdikinden ziyade kendilerine muhtaç iken dahi, Dünya’da onlardan ayrılmıştık, onlarla hareket etmedik; şimdi nasıl olur!!? Biz münadinin, her kavim vaktiyle ibadet ettiği neyse ona kavuşsun!.. diye seslendiğini işittik. Onun için Rabbimize intizar edip, O’nu bekliyoruz.
Cenâb-ı Rabbül âlemîn onlara, iki veya üç kere:
− Ene rabbiküm (ben sizin Rabbinizım)! buyuracak.
Fakat onlar hepsinde de;
− Senden Allâh’a sığınırız!.. Allâh’a bir şeyi şirk koşmayız!.. diyecekler.
O derecedeki, bazıları imtihanın şiddetinden rücu eder gibi olacak. Nihayet;
− Rabbinizi tanıyabilmeniz için aranızda bir alâmet var mıdır diye sual buyrulacak ve;
− Evet, diyecekler. Evet cevabı üzerine keşfi şak olacak ve kendiliğinden, Allâh’a secde etmiş her kim varsa secde etmeye tarafı ilâhîden kendisine izin verilecek. Riya olarak secde etmiş olan münafıklarınsa sırtlarını Allâhû Teâlâ tahta gibi kaskatı kılacak, bunlar secdeye davrandıkça sırt üstü düşecekler. Müminler sonra secdeden başlarını kaldırdıklarında Rabbı müteâlilerini ilk defa gördükleri sûrete dönmüş bulacaklar. O zaman:
− Ene Rabbiküm! buyurduğunda,
− Ente Rabbena (evet sen bizim Rabbimizsin),diyecekler.
SÜNNET Mİ, KAZA MI KILALIM?..
Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) şöyle nakletti:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den şöyle işittim:
− Kıyamet gününde kulun fiillerinden hesap vereceği ilk şey namazdır!.. Eğer tam ve sahih olursa kurtulur ve gayesine ulaşır. Eğer bozuksa mahrum olur, hüsrana düşer!.. Şayet farzlardan eksikleri var ise. Rabbi tebâreke ve teâlâ;
− Bakın, kulumun nafileleri var mı?.. der.
Farzlardan eksik kalanı böylece tamamlanır.
− Ve sonra sair ameli bu minval üzere olur. (Tırmizî)
Bu hadîs-î şerîf esasen sünnet mi kılmalı-kaza mı kılmalı tartışmalarını kökünden kesip atan çözümü bildirmektedir.
Kişinin esasen üzerine farz olan 17 rek’ât namazdır; ki bunlar, 2 rek’ât sabah, 4 rek’ât öğle, 4 rek’ât ikindi, 3 rek’ât akşam, 4 rek’ât yatsı namazlarıdır; bir de 3 rek’ât vitrin gerekliliği söz konusudur. Bunların dışındaki “sünnetler” diye bilinenler ve diğerlerinin tamamı “nafile-yararlı” namazlar sınıfına girer.
Öyle ise farzların dışında kılınan tüm namazlar ister “kaza” diye niyetlenilsin, ister “sünnet” diye niyetlenilsin, hep aynı işi görmektedir.
Dolayısıyla neticede hep aynı yola çıkacak bir iş için, şöyle veya böyle olmalı cinsinden tartışmalara girmek ancak meselenin özüne vâkıf olmamaktan dolayı ortaya çıkan bir hâldir ki, ehline de bu durum açıktır.
Namazdan sonra, kişi tüm yaptıklarının hesabını bu devrede verir; neticelerini görür.