Senin bu Dünya’da iken eksik olan amelin, ibadetin, tatbikat eksikliklerin, senin belli ruhaniyeti, belli nûraniyeti elde etmene mâni oluyor!..
Onun neticesinde tabii olarak orada Güneş’i geçemiyorsun!.. Kimsenin nûru kimseye de fayda etmez.
Rasûlullâh’ım yetiş bana, falanca velî yetiş bana!..
Kimsenin nûru kimseye fayda etmez!.. Ve oradan, eksiklikleri kadar, nûraniyetinin, enerjisinin eksikliği kadar ceheneme giriyor!..
Ne kadar cehenneme giriyor?..
Kendisindeki tabiat hükmü ne kadar ağırsa, alışkanlıkları, bağları, duyguları ne kadar ağırsa, çoksa, yoğunsa o kadar uzun süre orada yanıyor!
Zira bizim zaman ölçülerimizle alâkalı değil olay!.. Kömür gibi oluyor ceset!.. Ancak abdest âzaları, namaz âzaları yanmıyor. Ve bu yaşam sayısız senelerle devam edip gidiyor!..
Şimdi sen tut de ki:
− Canım nasıl olsa neticede iman ettik cennete gireceğiz, burada bildiğimiz gibi yaşayalım!..
Yaşıyorsun ama, her yaşadığın, attığın adımla, şuradaki beş dakikalık, beş senelik zevk için, oradaki sonsuz sürelerle kendini kayıtlıyorsun.
Bunu bırak; cennete girdin ya cennetin içindeki cennet ehlinin arasındaki derece farkları!..
Eğer ki bir adam benim uçmak hoşuma gidiyor deyip de otuz saniyelik, yirmi saniyelik düşüş zevki için kendini pencereden atsa, düşüp her tarafı kırılsa, sen bu adama “akıllı” mı dersin?.. Demezsin!.. Ama beş senelik, on senelik dünya hayatı için, milyarlarca senelik geleceğini feda ediyorsun!..
Öyleyse bize düşen iş, bütün bunlardan ibret alıp, yiyip içip yaşayarak ömrü tüketmek değil; tabiatımızla mücadele etmek!..
Bu mücadeleyi etmediğimiz sürece kendimizi aldatmış oluruz.
Kim bu mücadeleye gerek yok, diyorsa, o maalesef kendini aldatanlardandır!.. Terkibi, onu o şekilde konuşturuyordur, o şekilde yaşatıyordur!
İlmi yoktur, cahildir; geleceğe ait gerçekleri bilmez, konuşur!..
Ve bizde bu ilim bu gerçek varken; buna rağmen, onlara tâbi olursak, kendi kendimizi helâka sürüklemiş oluruz, kendi amelimizle kendi azabımızı hazırlamış oluruz.
“…Yemin olsun ki, ilimden sana gelenden sonra onların hevâlarına (şartlanmalarına göre oluşan fikirler/istekler) tâbi olursan, kesinlikle zâlimlerden olursun!” (2.Bakara: 145)
Bizde tasavvufun lafında kalmış kişilerde, Yunus’un dizeleri dilden dile dolaşır. Yeriz, içeriz, zevk yaparız, arada biraz namaz kılarız, senede bir ay oruç tutarız, ondan sonra kendimizi tasavvuf ehli sanıp;
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç hûri
İsteyene ver sen onu,
Bana seni gerek seni.”
Deyip dilimize dolarız.
Acaba öbür tarafta “cennet” ve “cehennemin” dışında gidilecek üçüncü bir yer var mı?
Âhirete giden, kıyametten sonra iki yerden birinde olur muhakkak!..
Ya cehennemde kalır, ya da cennete gider!
Yani gidilecek yer, bu ikisidir!.. Kim olursa olsun!..
En alt noktadaki kişiden, en yüce noktadaki kişiye kadar hepsi de mutlaka bu iki yerden birindedir!..
Senin Rasûlullâh’ın cennete gidecek; onun gittiği yeri beğenmiyorsan, ben orayı istemiyorum, diyorsan, ona bir diyeceğim yok!..
Yalnız cennet içinde yaşayanların yaşamları farklı olacak.
Ben cennette çok daha iyi yaşam istiyorum. Cennette Hz. Rasûlullâh’ın yaşamına ne ölçüde yaklaşabilirsem o ölçüde yaklaşabilmek istiyorum. Allâh’ı en iyi tanıyanların tanımasıyla Allâh’ı tanıyıp, o şekilde cennette yaşamak istiyorum dersen; başımın üstünde bu deyişin yeri var!..
Ama, bu mânâdan tamamıyla uzak bir şekilde, ben cenneti ne yapayım, ben Allâh’ı istiyorum, demek saf bir hayalden, aldanıştan, cehaletten başka bir şey değildir.
Çünkü, cennet var, cehennem var, bir de cennet ve cehennemin ötesinde başka bir yerde Allâh var; böyle bir anlayış tümüyle ham hayaldir!..