Bundan sonra Allâhû Azze ve Celle:
− Melekler şefaat ettiler, Nebi ve Rasûller şefaat ettiler, müminler de şefaat ettiler!.. Şefaat etmeyen bir Erhamür Rahimiyn kaldı!.. buyuracak.
Ve bundan sonra, Dünya’da iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş birtakım kimseleri çıkaracak.
Cennetin yolları üzerinde olup, “Hayat Nehri” diye tanımlanan bir nehrin içine kendileri daldırılacak. Artık Nehri Hayattan, inci gibi güzel olarak çıkıp, boyunlarında mühür halkalar gibi altınlar asılı duracak; ki ehli cennet onları, o alâmet ile tanıyıp;
− İşlenmiş amelleri, hayırları olmadığı hâlde imanlarından dolayı Allâh’ın cennete ithal ettiği âzatlıları bunlardır,diyecekler. Hak:
− Cennete girin gözünüzün görebildiği her ne varsa sizindir, buyuracak.
− Ey Rabbimiz sen âleminden hiç kimseye vermediğin bir ihsanda bulundun bize!.. diyecekler.
En nihayet cennet ile cehennem arasında, yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olur.
− Ne olur yâ Rab, yüzümü şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, beni yakıyor!.. diyecek.
Böylece adam yalvarıp duracak. Cenâb-ı Hak ona buyuracak ki:
− Peki bu senin dediğin yapılırsa, acaba başka bir şey daha istemeyecek misin?
O ise;
− İzzetine yemin olsun ki, hayır! diyecek.
Allâhû Teâlâ meşiyeti ilâhîyesi taalluk eden ahdü misakı verecek ve onun yüzünü cehennem tarafından cennet tarafına döndürecek. Yüzünü cennete doğru döndürünce cennetin güzelliğini görecek, önce bir süre istemekten hayâ ettikten sonra, Allâh’ın dilediği bir süre sükût ettikten sonra;
− Yâ Rab ne olur beni cennetin kapısına yanaştır, demeye başlayacak. Allâhû Teâlâ da;
− Evvelce istediğinden başka bir istekte bulunmayacağına dair bana yemin etmemiş, söz vermemiş miydin? diyecek. O da;
− Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım, n’olur? diye yalvarmaya devam edecek.
Bunun üzerine Allâhû Teâlâ:
− Bunu verirsem başka bir şey istemeyeceksin, söz mü? diyecek. O da,
− İzzetine yemin olsun ki başka bir şey isteyecek değilim, cevabını verecek.
Ve Rabbinin dilediği ahdi misâki verdikten sonra Rabbi onu cennetin kapısına yanaştıracak. Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti içindeki nedret ve sürûru görünce gene Allâh’ın dilediği kadar bir süre utancından sustuktan sonra:
− Yâ Rab n’olur beni içeri sok! diye başlayacak. Allâh da;
− Allâh layığını versin behey Âdemoğlu! Sen ne sözünde durmaz kimsesin. Sen verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine dair daha evvel söz vermemiş miydin? diyecek. O da,
− Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olacağım, diyecek ve tekrar duaya, niyaza devam edecek.
Allâhû Teâlâ da ona gülecek ve cennete girmesine izin verecek. Bunu söylerken Rasûlullâh;
− Benim niçin güldüğümü sorsanıza..? dedi.
Dedi ki: Rasûlullâh Aleyhi ve Sellem de böyle güldü,
− Sen Rabb-ül âlemîn iken benimle istihza mı ediyorsun, dediğinde Rabb-ül âlemîn’in hâline güldüm. Çünkü Cenâb-ı Rabb-ül âlemîn;
− Benim seninle istihza ettiğim yoktur. Lâkin ben dilediğime kaadirim! buyurdu. Ve Cennete girince, “temenni et” denecek; o da uzun uzun temennilerde bulunacak; nihayet dilekleri kesilince Cenâb-ı Hak; şunu da iste, bunu da iste, şunu da iste buyuracak; ki bu şeyleri Allâh aklına getirecek. Nihayet dileklerinin tamamı kesilince, Allâhû Teâlâ da,
− Bunların hepsi, bir o kadarı daha senin olsun! buyuracak.
Bu arada izah ediyor;
− Ben ehli nârın, ehli ateşin cehennemden en son çıkacak ve ehli cennetin cennete en son girecek olanını biliyorum. Bu o kimsedir ki cehenemden emekleye emekleye çıkar. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri ona cennete gir buyurur. O kimse cennete varacak ve görecek ki cennet dopdolu kendisine yer kalmamış. Dönüp;
− Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek. Cenâb-ı Hak ona:
− Git cennete gir, buyuracak. O kimse yine cennete varacak, cenneti yine dopdolu bulacak. Dönüp;
− Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek. Cenâb-ı Hak ona:
− Git cennete gir. Dünya kadar ve Dünya’nın on misli kadar yer sana aittir, buyuracak.
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) gerideki dişleri görününceye kadar tebessüm etti, sonra;
− Ehli cennetin en aşağı menzil ve mertebe sahibi işte bu kişidir, buyurdu.
Rasûlullâh Aleyhisselâtı vesselâmdan:
− Ehli cennetin en aşağı makâm ve menzileti nedir? diye sual oldu. Rabbi cevaben buyurdu ki;
− Bu öyle bir kimsenin makâmıdır ki; o kimse, ehli cennet cennete ithal olduktan sonra gelir. Ona cennete gir denilir. O ise;
− Ey Rabbim herkes kendi menziline yerleştikten alacağını aldıktan sonra, bu nasıl mümkün olur? der.
Cenâb-ı Rabb-ül âlemîn ile onun arasında şöyle bir muhavere olur:
− Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülke nail olsan razı mısın?
− Razıyım yâ Rab!
− İşte öyle bir mülk senin. Bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha... Beşincisinde cevabı keserek;
− Razı oldum yâ Rabbi, der.
− İşte bir o kadar şey hep senin. Onun on misli de senin. Bir de nefsin her neyi arzu ediyorsa; gözün her neden hoşlanıyorsa hepsi de senin.
− Razı oldum yâ Rab, der. Ya ehli cennetin en yüksek makâm ve menziline sahipleri nasıl olur? diye sordu. Cevaben;
− Kendim için seçtiğim kullarım var ya, işte onlar. Kerâmet fidanlarını kendi kudret elimle dikip mühür altına aldım. Onların hâlini ne bir göz görür, ne bir kulak işitir, ne de beşerden herhangi bir kimsenin kalbine bu konu girmiştir.
Evet, kısaca bu konudaki hadisler böyle. Şimdi bu hadisleri böylece gördükten sonra Allâh korkusu nedir ve nedendir noktasına gelmiş olduk.