Şuur Gözüyle Âlemlere Bakış
Şu an’a kadar meseleyi dinî açıdan ele aldık...
Şimdi aynı konuya, aynı meseleye varlığın kendini tanıması yolundan olan bir bakışla bakalım.
Bu var olan âlemin, kâinatın, daha evvel böylece var olmadığı, bu Dünya’nın, bu Güneş’in var olmadığı, bu gezegenlerin, bu sistemlerin böylesine var olmadığı; zaman süreci içinde oluştuğu bugün bilinen bir gerçek!..
Bunun en basit ispatı, dün var olmayan bir çocuğun, bugün var olması, yarın büyümesi ve ölmesi…
Kâinattaki geçerli ana kural “doğar, büyür, ürer, ölür” yani “dönüşür”dür!..
Bu, her şey için böyledir!..
Bunun her şey için böyle olması, varlıkların yokken var olduğunun, belli bir süre genişleyeceğinin – büyüyeceğinin – üreteceğinin ve sonunda da tekrar yok olacağının açık ispatıdır!..
Bu kâinatın hiç var olmamışken var olması; bu kâinatın ana mânâsı olan varlığın, kendi mânâlarını müşahede etmesi; kâinatın yaratılması, âlemlerin var olması denen olaydır.
Mânâların seyri denen olayla, kâinatın yaratılması denen olay eş değerdir!.. İsimlerin mânâlarının seyri; küllî mânâda, kâinatın yaratılması denen olayla başlamıştır…
Kâinat tümüyle ilâhî isimlerin mânâlarının varlığından başka bir şey değildir!.. Ve bu mânâlar kendi varlığında seyredilmektedir... Kendinin dışında değil!..
Bu sebepledir ki, kâinat ismi altında var olan varlık, Hakk’ın varlığıdır ve Hakk’ın ilâhî isimleri diye kastedilen mânâlar, kâinatta aşikâre çıkmaktadır.
Ancak dikkat edelim... Kâinat ismi altında var olan varlık... İlâhî isimlerin mânâlarına ne bir son vardır, ne de kâinata bir son vardır!.. Kâinatın sonluluğu, hükmi bir sonluluktur!.. Ancak, fiiliyatı itibarıyla da sonsuzdur!..
Sonsuz olması ilâhî isimlerin mânâlarına dayanması itibarıyladır, ki bu mânâlar da sonsuzdur!..
Bu kâinat içinde meydana gelen her bir fiil, bir mânânın fiile dönüşmesinden başka bir şey değildir... Öyle ise, bu âlem içinde, bu kâinat içinde var olan her bir varlık, ilâhî isimlerin mânâlarının fiile dönüşmesiyle; Allâh’ın varlığının Zât’ı ve sıfatı itibarıyla fiilde aşikâr olabileceği en şerefli mahal olmuştur!..
Âlemi yaratmıştır; kendindeki mânâların aşikâre çıkması için; Âdem’i yaratmıştır âlemini seyir için!..
Sıfat mertebesi itibarıyla, zaten böyle bir seyir söz konusu değil!.. Zâtı itibarıyla, konu zaten ele alınamaz!.. Neticede mesele, isimlerin mânâlarının müşahedesi meselesi oluyor!.. İsimlerin mânâlarının müşahedesi meselesi dediğimiz anda da, olay kâinata girer!.. Kâinat isminin içine girer… Âlemler isminin içine girer... Peki bu âlemlerdeki seyir nedir?
Seyir dediğimiz veyahut da “Allâh’ın nazarı” dediğimiz, “Allâh’ın bakışı” dediğimiz olay nedir? Bunu kendinizden anlayabilirsiniz. Sizdeki bakış nedir?.. Baktığın zaman karşında bir cisim görüyorsun, bir nesne görüyorsun, bir varlık görüyorsun... Peki Allâh’ın bakışında böyle ayrı ayrı birimsel varlıklar var mı?
Aynı soruyu senin açından soralım... Senin yönünden, ayrı ayrı görülen birtakım varlıklar var mı acaba...
Göz, beynine birtakım veriler ulaştırıyor; beyne belli bir biyoelektrik mesaj ulaşıyor ve beyin, tahayyül yoluyla bu nesneyi değerlendiriyor… Bu mânâyı algılıyor… Algıladığı mânâyı, algılamasına yardımcı olması yönünden de hayal gücüyle belli bir görüntü tahayyül ediyor...
Gerçekte beyin için görüntü söz konusu mu?..
Beyin için algılama, idrak söz konusu! Görüntü, algılamaya yardımcı bir faktör…
Gerçekte sen görmüyor musun!.. Senin bakışından kasıt, basîrettir, yani o şeyi idraktır!.. O şeyin ne olduğunu anlayabilmektir!.. Ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu anlayabilmektir!.. Bakmaktan gaye, basîretin mânâsı itibarıyla, bir şeyin ne olduğunu anlamaktır. Yani o şeyin varlığının ne olduğunu, nasıl olduğunu, niçin meydana geldiğini bilebilmektir.
Allâh’ın bakışından murat da kendi varlığında bulduğu mânâları, ilmi ile ihâta etmesidir!.. Allâh’ın bakışı, kendi isimlerinin mânâlarını, ilmi ile ihâta etmesidir. İşte isim mertebesindeki, isimlere olan ilmi diye kastettiğimiz şey “Allâh’ın ilmî bakışı”dır!..
Peki, bu âlemlerin varlığı, gerçek fiilî bir varlık mıdır, yoksa var kabul ediş yollu bir varlık mıdır?
Âlemlerin, her bir âlem içinde meydana gelen varlığın varlığı, bir ilâhî mânâya dayanır, dedik. Bu mânâlarsa kendinde bulduğu mânâlardır! Allâh’ın kendinde seyreylediği mânâlardır!.. O varlığın kendinde bulduğu mânâlar, var kabul etme yollu mânâlar değildir!..
Fakat bu mânâların fiil dediğimiz bir biçimde aşikâre çıkışı, yaratılma dediğimiz bir biçimde, çeşitli mânâların bir arada oluşuyla meydana gelen bir fiilî varoluştur ki, bu fiilî varoluş “vehmî” bir kabul ediştir. Fakat bu vehmî var kabul ediş de, o terkibin mânâsı olan varlığa aittir! Dolayısıyla vehim, kul ismi anlamında yerini alır…
İlâhî mânâda ise, Allâh’ın, Zâtına, sıfatına ve kendi mânâlarına nazarı söz konusudur ki; bu nazar, bahsettiğimiz sıfatların neticesidir!..
Allâh için “vehim” tâbirini kullanmak yersiz olur... Allâh’ın kendi mânâlarının seyrini anlatma sadedinde geçmişte bu tâbir kullanılmışsa da; bu, konuya yaklaşım sağlayabilmek, adapte olunmasını temin etmek bakımından kullanılmıştır... Yoksa gerçek mânâda, ilâhî mânâda, Allâh’ın “vehim” yollu kabulü diye bir şey söz konusu olmaz.
Allâh âlemleri, “var kabul etmesiyle” değil, “yaratmasıyla” oluşturmuştur!..
Çünkü âlemler, isimlerin mânâlarını kendinde bulması hasebiyle, o mânâlardan oluşmuştur!.. Mânâların aşikâre çıkmasıdır!..
O mânâların kuvveden fiile çıkması, “yaratılma” denen olaydır; “yaratılmanın başlangıcı”dır. Peki, bu isimler yaratılmış mıdır, gerçekten var mıdır?..
İsmiyeti yönüyle yaratılmıştır!.. Ancak, o ismin müsemması, kendisine ait olan kendidir!.. Kendi özellikleri olması hasebiyle, bu mânâlar yaratılmış değildir!.. Mânâlar kendine ait, kendinde mevcut olan mânâlardır… Buna mukabil mânâların isimleri yaratılmıştır. Çünkü mânâların özelliğine karşılık, isimler sonradan meydana gelmiştir... Dolayısıyla, isimler yaratılmıştır!..
Demek ki kâinat ve kâinatın içinde olan her şey, Efâl mertebesi itibarıyla yaratılmıştır!.. Sonradan olmadır! Efâl mertebesine kadar olanlarsa, yaratılmış değildir!
Tabii biz burada Efâl mertebesi dediğimiz zaman “Melekût âlemi” denen âlem de bunun içine giriyor!.. İlâhî kuvvetlerin aşikâre çıkışı olan “Melekût âlemi” dediğimiz âlem, “Efâl âlemi”nin içine girer.
“Esmâ âlemi” dediğimiz zaman, Efâl âleminde var olan fiillerin, varlıkların, görüntülerin orijinal mânâlarını kastederiz!.. Yani mutlak varlığın, kendinde müşahede ettiği, ilmiyle ihâta ettiği mânâlar... Bu mânâlar için yaratılmışlık söz konusu olamaz, çünkü kendisinin yaratılmışlığı söz konusu değildir!..
Senin yaratılmışlığın hiçbir zaman kalkmaz!.. Yaratılmışlık hükmün, hiçbir zaman kalkmaz!.. Çünkü, Efâl âleminin dışına fiil düzeyinde çıkabilmen mümkün değildir... Bugün nasıl Efâl âlemindeysen, bundan bir milyon sene sonra da yine Efâl âleminde olacaksın!..
Beş milyar sene sonra da yine Efâl âleminde olacaksın!.. Efâl âlemi, bugün madde dediğimiz terkiple devam eder; yarın bir tür holografik ışınsal beden dediğimiz yapıyla devam eder; ama neticede gene Efâl âlemidir!..
Ancak; kendi varlığında mevcut olan mânâların, Hakk’a aidiyeti yönüyle, yaratılmış değilsindir!.. Efâl boyutu itibarıyla, yaratılmışsın!..
Öyleyse bu iki yönünün idrakında olarak; her ikisinin de ayrı ayrı hakkını verebilirsen; işte o zaman ebedî saadete ermiş olursun!.. Aksi hâlde bir yönün, diğer yönünü perdelerse, bunun neticesinde mutlaka ayağının kayması, hakikatten sapman söz konusudur...