“Dün” Kozasından Çıkıp Öze Ermek
Mevlâna Celâleddin’in çok sevdiğim şu beyti, önemli bir gerçeği vurgular...
“Dünle beraber gitti ne kadar söz varsa düne ait, cancağızım;
Bugün artık yeni şeyler söylemek lazım!..”
Bu ifade, “müslümanlık” anlayışı ile ilgilidir; “İslâm Dini” ile değil!
Daha önce de çok açık bir şekilde vurguladığım gibi, “İslâm Dini”; zamanüstü evrensel sistem ve düzendir Allâh indîndeki… Bütün Nebiler bu zamanüstü evrensel sistem ve düzeni, kendi toplumlarına, anlayabilecekleri değişik şekillerde açıklamışlar; bundan da çeşitli kavim veya Nebiler adına göre, değişik dinler varmış zannı doğmuştur!
“Sünnetullâh” denilen, zamanüstü evrensel sistem ve düzen, asla yenilenmez ve değişmez! Dünya var olmadan ne ise, bugün de odur; kıyametten sonra da aynıdır! Biz bunun, algılayabildiğimiz kadarına “doğa kanunu” da deriz!
Yenilenme, anlayışta, yorumda olur! Yani, müslümanlık anlayışında, “Din”i değerlendirmede olur! Sistemde değil! Zira, zaman değiştikçe insanların kavrayışları geliştikçe; ilim, irfan, teknoloji, fen ilerledikçe “İslâm Dini”ni değerlendirme de o nispette değişir! Dün, sebebi anlaşılamadığı için inkâr edilen pek çok şeyin, bugün sistem ve düzen sonucu önerilmiş çok önemli ve zorunlu bir şart olduğu fark edilir!.. İşte bu, insanların “İslâm Din”ini anlayışlarının, yani “müslümanlığın” yenilenmesidir; “DİN”in değil!
Mevlâna Celâleddin’in söylediği de “Din”in, günün getirdikleri ışığında yeniden değerlendirilmesi; ve geçmişte kıymeti anlaşılmayan birçok hususun değerinin fark edilmesidir! Bu yapılmadığı takdirde, Din anlayışımızı asırlarca önceki insanların şartlarının getirdiği kozayla kayıtlamış; pek çok konuda ilerlememize rağmen, “DİN”i anlamada ve değerlendirmede kendimizi geri kalmaya mahkûm etmiş oluruz!..Ve “Dün” kozasından çıkıp, öze eremeyiz!
Oysa olayın ilerleme doğrultusunda olması gerektiğine dair Allâh Rasûlü’nün bir işareti de vardır... Bu konuda şöyle buyurur:
“Allâh her yüzyılın başında bir müceddid gönderir; dini anlayışı yeniler!”
Bu işaret dahi, görüldüğü üzere, belli aralıklarla, o günün şartları içinde “Din”de yeniden değerlendirme yapmanın gerekliliğini göstermektedir!
Şimdi burada anlaşılması ve yapılması gereken şey şudur...
“DİN”de reform olmaz, çünkü “Din”e form veren Allâh’tır! Ancak “Din”i anlama ve değerlendirmede yeni bir çalışma; diyebiliriz!
Endonezya ve Malezya’dan tâ Fas, Tunus, Cezayir’e kadar uzanan müslüman toplulukları içinde, geçtiğimiz yüzyılın başında bir müceddid çıkmış mı, çıkacak mı; ne zaman çıkar ya da her cemaatin bir müceddidi mi var; bunlara bizim pek aklımız ermez! Bu ilgilileri ilgilendiren bir konu! Ama bizde yaş elliyi geçtiği için de, son çok yakın görünüyor!
Öyle ise kendi şahsıma konuşuyorum; öncelikle yapmam gereken şey; tek başıma gideceğime ve kabirde tek başıma meleklere cevap vereceğime göre... Kabirde bana, mezhebin ne, tarikatın ne, şeyhin ya da hocaefendin kim diye sorulmayıp; Allâh Rasûlünün açıklamasına göre, yalnızca “Rabbin kim, Nebin kim ve Kitabın ne” şeklinde sorguya çekileceğime göre...
“Rabbim Allâh” diyebilmem için, öncelikle “Kur’ân-ı Kerîm’in açıkladığı Allâh” kavramını çok iyi idrak edip bunun sonuçlarını hissedebilmem!
“Nebim, Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa” diyebilmem için, “Allâh Rasûllüğünün” nasıl bir şey olduğunu, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın nasıl bir görev yaparak, bana ne vermek istediğini iyi anlamam ve O’nu tasdik etmem!
“Kitabım Kitabullâh’tır” diyebilmem için, “Kitabullâh’ı OKU’yabilmem” ya da “Kitabım Kur’ân-ı Kerîm” diyebilmem için Kur’ân-ı Kerîm’in Allâh indînden nâzil olmuş bir kitap olduğunu fark edip, tasdik etmem gerekir!
Dünya’da bırakıp gideceği, bir daha hiç eline geçmeyecek şeyler için, tüm zamanını harcayan insanın; akıllı ise, ölüm ötesi sonsuz geleceğini kurtaracak böylesine önemli bir konuyu ihmâl etmesi elbette ki bağışlanamaz bir olaydır! Akla, mantığa aykırı hikâyeler ve safsatalara bakıp da, onları “İslâm Dini” sanarak yüzünü çevirmek aydın bir insana kesinlikle yakışmayan bir davranıştır!
Bizim 33 yıllık çok yoğun araştırmalarımız ve uygulamalarımız fark ettirmiştir ki, Allâh Rasûlü’nün bize önerdiği her şeyin bir hikmeti; ve bilebildiğimiz kadarıyla bir bilimsel gerekçesi vardır. Bunları açıklayabiliriz! Ama daha sonrakilerin kendi zaman şartlarına göre olan yorumları, “İslâm Dini” ve bizi bağlamaz!