“İnsanlar Uykudadır, Ölünce Uyanırlar!”
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) onu da şöyle açıklıyor:
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!”
Şimdi lütfen bu cümleye iyi dikkat edin...
Bu cümlede sınırlama, istisna yok!..
Bir cümleyi okuduğumuz ya da duyduğumuz zaman, önce kafamızdan şunu geçireceğiz... Bu cümle bir sınırlama getirmiş mi, getirmemiş mi?..
“İnsanlar uykudadır...” diyor!..
Beyazlar, zenciler, Araplar, Türkler gibi ırk ayırımı yapmıyor. Nerede, hangi ortamda, ne yaşamda, ne millette, ne kavimde olursa olsun, bütün insanlar uykudadır!.. Ancak, uyanma hükmünü neye bağlıyor?..
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın açıklamasının devamı da şöyle:
“...ölünce uyanırlar”!..
Ayrıca bu konuyla ilgili şu açıklaması da var...
“Ölmeden evvel ölünüz”, ki uykudan uyanmış olasınız.
İki türlü ölüm var:
Birincisi, fiziki ölüm!.. Yani, senin iraden dışı olarak, beyin faaliyetinin durması sonucu, beden ve bu bedene bağlı olan her şeyin üzerindeki tasarrufunun kesilmesi...
Ölüm nedir?
Ölüm, tadılacak bir olaydır!
“Küllü nefsin zâlikatül mevt...”
“Her bilinç, ölümü (biyolojik bedensiz yaşamayı) tadacaktır!” (3.Âl-u İmran: 185) diyor Kur’ân...
Yani, “nefs”in “ölmesi” diye bir şey yoktur!.. “Nefs”in “ölümü tatması” olayı var!..
Senin o nefsim dediğin yapının, ölüp yok olması diye bir şey kesinlikle söz konusu değil!.. Dolayısıyla, bu “nefs” ölmüyor; ölüm denen olayı yaşayarak, tadarak yeni bir boyuta geçiyor!..
Beden ise kullanılmaz hâle gelerek çözülüyor!..
Beden kullanım dışı kaldığı zaman, bedendeyken sahip olduğun huylar da ortadan kalkıyor mu?
Hayır!..
Bilinç yani şuur, biyolojik bedendeyken hangi huyları ve değer yargılarını benimsedi ise onlarla yaşamına devam ediyor... Biyolojik bedeni olmasa da!.. Mikrodalga bedeni ve beyniyle!..
İşte, “nefs” yani bilinç, biyolojik bedenli yaşamında bunları benimsediği; ve ölümle boyut değiştirerek bunlardan kurtulamayacağı için; “ölmeden evvel ölmek” çaresini getiriyor Hz. Muhammed (aleyhisselâm)!..
Zira, normal ölümle ölürse kişi; o hâlinin sonuçlarını yaşamaktan başka yapabileceği bir şey yok ölüm sonrasında!..
“Uyku” nedir?..
“Uyku”; kişinin bilinçli olarak yaşamını yönlendirememesi hâlidir!..
Bilinçli davranışlar ortaya koyamaması hâlidir. Çevresini, bilincini ve ilmini dilediği gibi değerlendirememe hâlidir uyku!..
Eğer dünyada yaşarken “NEFS”ini tanıyamamışsan; bilincinin gerçek boyutunun değerlerini elde edememişsen; uyku hâli, kıyamete kadar sürer...
Kıyametten sonra da ebede kadar, sonsuza kadar uyku hâli, gaflet hâli, yani hakikati kavrayamama hâli devam eder!..
Sonuç, kişideki kendini şu birim olarak görme, hissetme hâli; onun uykuda oluşunun açık ispatıdır!..
Bu hâldeyken boyut değiştirirse kişi, ölümden sonra kıyamete kadar; ve daha sonraki sonsuz yaşamda dahi kişi, kendini bir birim olarak hissetme hâli olan uykulu yaşamına devam edecektir. Yani, “Hakikat”i bilemeden, hissedemeden, yaşayamadan, yaşamını sürdürecek...
“Ölmeden evvel ölünüz!..”
“Biyolojik bedenden ayrılmadan önce, algılama yetersizliğinden oluşan varsayım benliğinizin olmadığını idrak suretiyle boyut değiştiriniz”!..
Niye?..
Çünkü, “ölmeden önce ölmek” hâlini yaşayamadığın takdirde, biyolojik bedenden holografik dalga bedene geçişle problem çözülmez!.. Bu geçiş, senin “nefs”ini yani hakikatini tanımana yeterli olmaz!.. Hatta, bunun artık gerçekleşmesi olanaksız olarak sâbitler yapını!..
Çünkü, mikrodalga-holografik dalga beynin ancak dünyadaki çalışan beyninin kapasitesine sahiptir!..
Doğal şartlardaki yaşamınla ilgili olarak ne dedik?..
Bu dünyada neye bağlanmışsan, neyinin terki sana zor geliyorsa; bu, senin kendini, beden, huylar, şartlanmalar toplamı olarak kabul etmendendir!.. Bunun, kesin olarak başka bir izahı yok...
Neden kopamıyorsan, neye bağlıysan; senin kafanı ne meşgûl ediyorsa, neyi kaybetmenin ıstırabını çekiyorsan, bu çektiğin ıstırap, senin açık seçik, vehmi kişiliği yaşama hâlinin tabii neticesidir. Zaten o çektiğin ıstırap, kâbus hükmündedir...
Nasıl ki uykunda bazı zamanlar kâbus görürsün; kurtulmak istersin kurtulamazsın!..
Düşün ki hayatın boyunca bağlanıp kaydından kurtulamadığın şeyden kopma gerçeğiyle yüz yüze geldiğin anda nasıl bunalırsın!.. Sanki boğazını sıkarlar da nefes alamazsın, boğulacak gibi olursun!.. Öylesine bir ıstırap çekmeye başlarsın...
Düşün ki, bütün hayatını ona tapınmakla geçirmişsin!.. İlâhın o olmuş!.. Şimdi ise onu yitirmek durumundasın!.. Aklın bunu tasdik ediyor, fakat hâlin de ondan kopmanın çekişmesini veriyor...
Can çekişme anındaki hâli düşünün; hani içinden çalı süpürgesi çekilir gibi diye tarif edilir ya, işte o an!..
Hayatını o şeye adamışsın, varlığını ona adamışsın; ve bir anda bakıyorsun, o senin terk edemediğin şey, seni terk etmeye başlıyor!.. Çalı süpürgesinin içini parçaladığı gibi, o parçalanışı duyacaksın, hissedeceksin.
Ve sende böylesine bir bağımlılık oluşmuşsa, böylesine bir kendini kaptırma yerleşmişse o şeye karşı; şimdi de ondan kopmanın, ayrı düşmenin ıstırabını duyacaksın!.. İşte bu, kâbus hükmü oluyor!..