Kendini Tanımak
Evet, kendini tanımaktan murat; bedenini veya vücudundaki “nefs”im dediğin tabiatını tanımak demek değildir!..
Aslın olan küllî mânâdaki “nefs”i tanımaktır; ki gerçek benliğin ve hakikatin de O’dur.
Yani, “nefs” dediğimiz şey, aslında küllî bir varlıktır.
Tüm varlıkların “nefs”i, Tek bir “Nefs”tir. Bu noktaya ve görüşe gelebilmektir önemli olan...
“Vücud”un varlığını yok etmeyi, öldürmeyi, ortadan kaldırmayı ileri sürenler olanaksızdan söz etmektedirler; meselenin aslını ifade edememekten dolayı!.. Çünkü onların diliyle de gerçeği örtmeyi murat ediyor Kendisi!..
Önce şunu anlayalım...
Tasavvufta kullanılan “vücud” kelimesinin anlamıyla, genelde dilimizde kullanılan “vücut” kelimesinin anlamı birbirinden hayli farklıdır.
Genel kullanımda “vücut” kelimesiyle “beden”imizi anlatmak isteriz.
Tasavvufta kullanılan “vücud” kelimesinin anlamı ise “var olan varlığın yapısı”dır.
Şimdi düşünün ki, var olan varlığın yapısı; Hakikati, Esmâsı itibarıyla Allâh’a ait... Öyle ise ortadan kaldırılacak bir “vücud”tan söz edilebilir mi hiç?
Öyle ise kaldırılacak olan şey “vücudun” değil, varsayımın olan benliğindir!!!
Hakk’ın varlığı dışında var sandığın vehmindeki “hayalî varlığı” kaldıracaksın sen... Mutlak varlığı kaldıracak değilsin ki!.. Hem mutlak varlığı kabul ediyorsun; hem de yanı sıra bir varlık olarak kendini var sanıyorsun... Ki buna da tasavvuf terminolojisinde “ŞİRK” deniliyor.
Varsayınca kendini, bak ortaya neler çıkıyor...
Önce “zâhir” ve “bâtın” algılıyorsun!..
Bu defa seni uyarmak istiyor:
“Zâhir” ve “bâtın” yani algıladığın ve algılayamadığın hep “O”dur!..
Nedir bunun anlamı?
“Zâhir” ve “bâtın” ayrı ayrı şeyler olup, ikisi de “O”dur, değildir mânâ!..
“Zâhir” ve “bâtın” aynı ve tek şeydir!..
Öyle ise algılama cihazlarındaki yetersizlik dolayısıyla bu ikisini iki ayrı şey sanıp “çiftlikte” yaşamayın!..
“Evvel”, “Âhir”, “Zâhir”, “Bâtın” isimleriyle hep “O Tek” şey ifade edilmektedir. Mânâ, bundan ibarettir.
“Lâ mevcûda illa HÛ”!..
Mevcudat yoktur, sadece O vardır!..
Küllî akıl denen, tek akıl, O’nun ilim sıfatının tafsilinden başka bir şey değildir.
“Nefs”, kendini tanıma düzeyine geldiği zaman ilim sıfatına bürünmüş demektir.
“Nefs”, kendini tanımaya başlayınca yavaş yavaş değişik kademelerde kendini tanır.
En alt düzeyde tanıyışı Akl-ı cüz, daha sonraki tanıyışı Akl-ı küll, daha üst düzeyde tanıyışı ise Akl-ı evvel’dir.
Eğer “nefs”, kendini, kendi aslı ve orijinali, hakikati ile tanırsa, kendini ilim sıfatı yönünden, ilim sıfatı ile tanımış olur.
Akl-ı evvel sözü biter orada!.. Hakk’a bağlanan “ilim sıfatı”ndan söz edilir.
O ve O’ndan meydana gelmiş bir âlem müşahedesi kalkmamış olan, Nûr perdelerinin meydana getirdiği bir müşahede içindedir, hâlâ!..
Tek tek, her nesnenin, “Allâh” dediğini duymak, kesrette-çoklukta olana aittir ve bu hâli, henüz Tek’liğe ulaşamadığının, perdeli olduğunun ifadesidir!..
Gerçekte âlem, “KÜLL”dür ve Tek varlık söz konusudur!..
“Tek”in ilmindeki, varsayım sayısız çokun, tek tek O’nu zikri diye bir olay söz konusu değildir; Hakk’ın nazarında!.. Bu algılama yanılgısıdır!.. İşin başında yaşanılan birtakım hâllerdir.