“Meleklerin Tenezzülü” Ne Demek?
Meleklerin tenezzülü iki yönlüdür:
Birincisi; varlığındaki, özündeki kuvvetlerin senin şuurunda ortaya çıkması, açılması anlamındadır.
Hakk’ın, kişinin özünden gelen melekî yoldan zuhuru yani tenezzülüyle varlıkta tasarrufudur.
İşte birçoklarının kafasını karıştıran bir nokta burası...
Sanıyoruz ki ötende bir tanrı var; o gökten birilerine talimat yağdırıyor; sonra da birileri onun istediklerini yerine getiriyor...
Oysa...
Hakk’ın kişinin özünden gelen melekî yoldan zuhuru yani tenezzül yollu varlıkta zuhurunun en açık misali Nebiler, Rasûller ve “Ricali Gayb”tır!..
“Ricali Gayb” diye bir topluluk duymuşunuzdur...
“Ricali Gayb”tan “İNSAN ve SIRLARI” adlı kitabımızda bir miktar bahsetmiştik...
İkinci tenezzül yolu ise...
Meleklerde öyle sınıflar vardır ki, meleklerin içindeki bu sınıfların bir kısmı, “insana secde” emrini almamıştır!..
Buna karşın, “Âdem’e secde edin!..” şeklindeki Allâh’ın hükümlerine tâbi olan yeryüzü melekleri vardır; ki bunların hepsi de Âdem’e secde etmişlerdir.
Fakat, “Âdem’e secde edin” emrini almamış, Âdem’e secde etmesi mümkün olmayan melekler de vardır!.. Bunlara, “Alûn” denilir... Yani, “Makâm-ı illiyin” diye bildirilen, o yüce mâkama has meleklerdir, varlıklardır.
Bu melekler öylesine büyük, yüce ve azametli varlıklardır ki, basite indirgeyerek bir misalle anlatmak gerekirse...
Senin şu varlığında, yapında, beynindeki bir hücre neyse, bizim tüm Güneş sistemi de onun varlığında basit bir nokta hükmündedir. Bunu anlayabilmek için, senin galaksideki 400 milyar yıldızlık muazzam bir varlığı hafsalanın alması lazım!
Sohbetin yapıldığı 17.4.1989 tarihinde, Milliyet Gazetesinde bir yazı çıktı... Bir batılı bilim adamı:
“Dünya’nın tümüyle, canlı bir organizma olduğunu ve bir canlı olarak; nasıl insan bedeni canlı olarak düzenli, sistemli bir yaşam içindeyse, Dünya’nın da canlı bir organizma olarak tümüyle sistemli, düzenli bir yaşam içinde olduğunu” söylüyor...
Her canlı organizmanın, kendine has, kendi boyutuna göre bir ruhu yani dalgasal ikizi vardır.
Yani, onun madde yapısına karşılık, bir de, bir mânâda “madde ötesi” diyebileceğimiz bir dalgasal yapısı, bedeni vardır. Bu da onun ruhudur!..
Nitekim geçmişteki keşif-fetih sahibi tasavvuf ehlinin eserlerini okursanız...
“Ben Dünya’nın ruhu ile buluştum, görüştüm. Bana şöyle bir sûrette göründü, şöyle şöyle muamele etti” diye anlatır. Tasavvuf kitaplarında böyle yazar...
Bu hususu biz daha evvel söyleseydik, “hadi canım hurafe!..” denirdi. Ama, bugün bir batılı bilim adamı, Dünya’nın tümüyle organik yapıya sahip bir canlı olduğunu ortaya koyuyor.
Her canlının, bir ruhu vardır... Her ruhun, şuuru vardır!..
Niye?..
Çünkü, bu kâinatı meydana getiren ana güç, cevher, enerji dediğimiz şeyin, bilinçli-şuurlu bir kudret olduğunu artık biliyoruz!..
Gene biliyoruz ki, evrenin her boyutunda, her kesitinde bir düzen, sistem var!.. Bu da aynı TEK özden oluşmanın getirdiği bir şuurun, bir bilincin eseri!..
Her şey, TEK bilincin yani ALLÂH ilminin eseri olduğuna göre; O’ndan meydana gelmiş her yapının da, kendi yapısına, boyutuna, kapasitesine göre bir bilinci var, demektir.
Dolayısıyla, her organik veya inorganik yapının kendine göre bir ruhu ve o ruhun da kendine göre bir şuuru vardır!..
Öyleyse, burada dikkat edeceğimiz nokta...
Varlığın, mevcudatın her boyutunda ve katmanında, bilinçli varlıklar mevcuttur!.. İnsanın dışında, cinlerin ve meleklerin sınıfları olarak!
Esasında cinler de, insanlar gibi çok basit, sınırlı bir yapıdır birimsel özellikleri itibarıyla!..
Yani, nasıl insan bu Dünya’da yaşıyor ve cinler de bizim Güneş sistemi içinde var olan varlıklarsa...
Güneş sisteminin dışındaki sayısız yıldızlarda; Güneş sisteminin içinde bulunduğu galakside, Samanyolu’ndaki sayısız yıldızlarda aklın almayacağı kadar sayısız varlıklar var.
Bunları “görmek” denen olay ise, bizim hayalimizde olur!..
Yani insanlar tasavvurlarına göre, hayallerinde onları şekillenmiş olarak görürler!..
Kim, “ben cini gördüm, meleği gördüm” derse, bu gördüğü varlığın orijinali değil, “kendi hayalinde oluşan görüntüsü”dür!..
Zaten, gerçeği itibarıyla, biz bir insan olarak, hiçbir zaman karşımızdaki kişiyi değil, o kişinin beynimizdeki hayalini görürüz!..
Sen, karşımda oturuyorsun, senden çıkan ışık dalgaları geliyor, benim göz bebeğime vuruyor, göz bebeğimden sarı noktaya aksediyor. Sarı noktadan beynime biyoelektrik bir mesaj geliyor, görme siniri ile... Beyin, gelen bu biyoelektrik mesajı kendi hücreleri arasında değerlendirerek bir hayal oluşturuyor. İşte senin, “Görüyorum!..” dediğin şey, o beyninin içinde oluşan hayaldir.