Biz, ilkel bir şartlanma sonucu olarak, sadece beş duyu verilerini var kabul edip, beş duyunun tespit edemediği verileri yok sayıyoruz!.. Gözle göremediğimizi inkâr ediyoruz!..
Bundan yüz sene öncesine kadar böyle düşünülebilirdi; ancak günümüzde bu tür fikirler geçersiz sayılmaktadır!.. Çünkü, göremediğimiz birçok şeyin var olduğunu kesinlikle biliyoruz artık...
Kesinlikle tutamadığımız birçok şeyin var olduğunu biliyoruz!.. Duyamadığımız pek çok şeyin mevcudiyetinden haberimiz var; ne çare ki, bunlarla iletişim kurma imkânımız yok!..
Din bize, 1400 sene öncesinden, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın ağzı ile bu gerçeği sanki şöyle haber veriyor...
“Sizin, hücresel yapılı bir bedene sahip olmanız gibi; ışınsal bedenli yapıyla meydana gelmiş cinlerin var olması gibi; bunun ötesinde, ışık kuantlarından, yani Nûr’dan var olmuş melekler de vardır!.. Ki evrende, bünyesinde bunları barındırmayan, bunların varlığından meydana gelmemiş hiçbir nesne yoktur!..”
Evrende var olan her birim-nokta, bu ışık kuantlarından meydana gelmiştir. Yani, meleklerden meydana gelmiştir!.. Ve bunlar, evrendeki mutlak bilinçten gelen bir şekilde, yapısal özelliklerine göre bilinçli birimlerdir!..
Bu açıklama ne zaman yapılıyor?.. Bundan 1400 sene evvel!.. Kimlere!!?
Bunu iyi değerlendirebilmek için, 1400 sene öncesinin şartlarının ne olduğunu araştırıp; o günkü insanların nasıl yaşadıklarını, nasıl taşları dikip karşısında tapındıklarını; ayıp olmasın diye kız çocuklarını nasıl diri diri toprağa gömdüklerini; ölen bir adamın karısını oğlunun nasıl aldığını bilmek lazım!..
Böylesine ilkel değerlerle yaşayan bir toplumda, bugünün ilmiyle bile çözemediğimiz şifreleri veren, açıklayan bir Zât!.. Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)...
Ve bu Zât, bizim bugün bile hafsalamızın almayacağı birtakım olayları bize anlatıyor.
Aslında bu büyük bir müjde!..
Çünkü, şu madde boyutundan kurtulmamızdan sonra, şayet belli çalışmalar yaparak ruhumuzu güçlendirebilirsek, nelere ulaşabileceğimizi müjdeliyor!..
Yani, “Ben bu ruh gücüyle buralara ulaştım, bunları gördüm, yaşadım. Böyle şeyler var ve bunlar sizin için de mümkün olabilir” diyor...
“Mi’râc” hâdisesi, bedenle mi oldu, ruhen mi oldu? Anlaşılmamış ve geçmişin bilgileri ışığında çok tartışılmış bir konu...
Kudüs’e kadar olan kısmı biyolojik yani maddi bedenle oldu!..
Kudüs’ten sonra “Mi’râc” olayına çıkış; “Berzah” içindeki yolculuğu da ışınsal bedenle yani ruhla gerçekleşti.
Zira bize intikâl eden bilgilere göre, nice velîler var ki, onlar da benzer türden mi’râc yaptılar... Bu değişik âlemlere giderek oradan bilgi topladılar.
Bunlardan biri de Muhyiddini Arabî’dir. “Âlemi Semseme” -kendisi bu ismi veriyor- denilen bir yere gittiğini; o âlemin canlı varlıkları ile görüştüğünü, konuştuğunu, sohbet ettiğini, onların Dünya’yı bildiğini, Dünya’dan haberler sorduklarını, açıklıyor “Fütûhat-ı Mekkiye” adlı kitabında...
Evet.. Bu semâlarda yapılan yolculuk da bedenle; fakat az önce belirttiğim üzere bu bir ışınsal beden!..
Açıklamamızın birinci bölümünde, meleklerin yapısından söz ederken bunların enerji asıllı, kuantsal, “nûrânî” varlıklar olduğundan söz etmiştim...
Ayrıca “nârî” diye tâbir edilen cinlerin yapısını ise, “Ruh-İnsan-Cin-Melek” isimli 15 nolu kasetimizde geniş boyutları ile izah ettiğimiz için, o konuya burada hiç girmiyorum.
Şimdi insanın yapısını biraz daha derinlemesine inceleyelim...
İnsan nasıl ki beden dediğimiz yapısıyla hücrelerden meydana gelmişse, hücrelerden meydana gelmiş bu yapıyı da Kur’ân mecaz yollu olarak;
“Yarattı insanı (bedenini) pişmiş kuru balçıktan (elementler).” (55.Rahmân: 14) diye tanımlıyor...
Buradaki “balçık” benzetmesiyle su-mineral karışımına işaret ediliyor!.. Hücre yapısı balçık hâlindedir. Yani, mineral yapı ve sıvı yapı!.. Bu ikisinin karışımıdır hücre!.. “Balçık” tâbiriyle işte bu gerçeğe işaret ediyor.
Cinleri izah ederken, ne diyordu Kitap...
“Cann’ı da daha önce semum ateşten (gözeneklerden geçen, zehirleyici ateşten; ışınsal bedenle, cehennemdeki ateş, semum kelimesiyle tanımlanmıştır. A.H.) yarattık.” (15.Hicr: 27)diyordu...
Melekleri de “Nûr”dan olarak tarif ediyor.
İşte buradaki “nûr”dan murat, ışık kuantları, salt enerjinin yoğunlaşma spektrumunda 1. basamaktaki hâli...
Biz ise en son basamakta “madde” algılayıcılı bir yapıdayız!..
Şimdi!.. Dikkat edelim bu noktaya...