İşte bu yüzden Rasûller açığa çıkarılarak, “İnsan” özelliğine sahip olan “insansılık” kabulündekiler uyarılmıştır! “İnsan”lar hakikatlerini hatırlayıp, buna iman etmiş hâlde gereken uygulamaları yaparak, kendilerini toprak olacak beden sonrası evredeki sonsuz gelecek yaşama hazırlarlar. “İnsan”lıktan nasiplenmemişler de, hakikatlerini inkâr ederek (kâfir olarak), toprak olup gidecek “insansı - bedensel” zevkleri ile ömür sürüp; sonunda “şuur”un açığa çıkış sonuçlarını yaşamaktan mahrum bir hâlde “bilinçli varlıklar” olarak “cehennem” adıyla bildirilen bir başka boyut ve ortam içinde yaşamlarına sonsuza dek devam ederler.
“Çokluk” âlemlerinde “yok”tan “var” kılınmış her şey, “Allâh” adıyla işaret edilenin “El Esmâ ül Hüsnâ”sıyla varlığını sürdürüp işlevini yerine getirdiği içindir ki; “şuur” boyutu itibarıyla bu hakikat boyutunu algılayıp yaşayan “İnsan”, yeryüzünde açığa çıkışı itibarıyla “halife” olarak tanımlanmıştır. Kurân’a göre, bunu hisseden, yaşayan, “Diri”dir; “Gören”dir; buna karşın hakikatini fark edemeyen veya inkâr eden ise “ölü”dür; “âmâ - kör”dür! İşte hakikatini hissedip yaşayan, “şuur”unun hakikati itibarıyla “melek - kuvve” olan “İnsan”ın aslı da, Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerdir ki, bu isimlerin mânâlarının onda “insana yakışır” şekilde kuvveden fiile çıkması, “cennet” denilen yaşamı oluşturur! Cennet, insansıya dönük yaşam ortamı değil, “melek - kuvve” olan “insan”ın özelliklerinin yaşanacağı ortamdır. Umarım neye işaret ettiğim anlaşılır!
Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan tüm olaylar ve verilen tüm misaller, hep “İnsan”ın, hakikatini hatırlayıp, kendini tanıyıp; içinde bulunduğu şartları daha iyi değerlendirmesi içindir.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlatım üslûbunda dikkat edilmesi gerekli olan çok önemli hususlardan öncelikli olanlarından biri de şudur:
Her şey, yani “semâlar, arz ve ikisi arasındakiler”, “Allâh” ismiyle işaret edilenin “El Esmâ ül Hüsnâ”sıyla bildirilen özelliklerinden meydana geldiği içindir ki; algılanan ve algılanamayanların tümü, varlığı ve işleviyle “Allâh” adıyla işaret edileni tespih etmektedir. Dolayısıyla, her şey ortaya koyduğu işleviyle kendisini var eden “El Esmâ” özelliklerine, yani “Allâh”a kulluk hâlindedir.
İşte bu nedenledir ki, “BİZ” tanımlı anlatım Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık geçmekte; sözü edilen varlığın, mânâ boyutunu kendi “Esmâ”sıyla yarattığı gibi; fiillerini dahi gene “Esmâ” özellikleriyle yarattığını her sırası geldiğinde vurgulamaktadır. Bu yüzden de onlardan açığa çıkan etken fiilleri kendi üstüne almış olarak, “BİZ” hüviyetini vurgulamaktadır fiilin gerçek fâili olarak! Yalnızca Esmâ özelliklerinden meydana gelmiş âlemler ve âlemleri meydana getirmiş olan “Esmâ” mertebesine işaret amaçlı olarak da “Rabb-ül âlemîn” tanımlaması kullanılmaktadır.
Olay böyle olunca da, başı olmayan bir şekilde var olan “El Esmâ” özellikleri ve “yansıması” olarak müşahede edilen fiiller âlemi, tüm kapsam ve boyutlarıyla “Allâh” adıyla işaret edilenin kulluğundan başka bir şey yapmamaktadır. O’nu zikretmektedir - hatırlatmaktadır, O’nun İlim ve Kudretini sergilemektedir. “Allâh” adıyla işaret edilenin, bu hakikati bildirmesi bir realitenin tespitinden başka bir şey değildir!
İşte bu yüzdendir ki, oluşumu, “El Esmâ”sıyla açığa çıkan oluşumdan oluşturan olarak, “BİZ” tanımlaması kullanılmaktadır.
Öte yandan, oluşumdaki “El Esmâ” özellikleriyle yansıttığı anlamlarla, kendisinin, asla ve kesinlikle kayıtlanmaması, sınırlanmaması; açığa çıkardıklarının, hiçbir zaman hiçbir şekilde “ZÂTINI” tanımlayamayacağı gerçeği de, kendisinin “âlemlerden Ganî” ve de “benzeri hiçbir şey olamayacağı” uyarılarıyla fark ettirilmektedir!
Bu da demektir ki... Âlemlerdeki “tedbirâtı”, “El Esmâ”sının açığa çıkış sûretleri olan her isim ardındaki yoluyladır. İster burçlar ismi altında açığa çıkış sûretleri; ister evrendeki bildiğimiz - bilemediğimiz varlık sûretler; ister şuur, bilinç sûretleri; ister görünmeyen varlıklar; ya da cehennem veya cennet diye tanımlanan boyutlar, hep, kendi “Esmâ’sıyla tedbirâtının” yürüdüğü oluşumlardan başka bir şey değildir!