-146-
Tanrısıyla mutlu olanlar bugün; yarın neden mutsuz olacaklar?
İçinde yaşadığın Sistem ve Düzenin, yaptıklarının ve düşündüklerinin sonucunda ne getireceğini idrak edemeyip; boş beklentilerle bu gününü tüketebilirsin, belki de mutlu!.. Ama ne var ki, yarın yaptıklarının sonuçları karşına gelecek o boyut şartları içinde!.. İçinde yaşadığın Sistem ve DÜZEN yani “DİN”in gerçekleriyle yüz yüze kalacaksın gelecek boyutlardaki yaşamında. Veritabanın hâsılası olarak ortaya çıkan hayallerin, Sistem ve Düzen şartlarına göre gerçekleşecek sana gelecek boyutlardaki yaşamında!
O boyutları öğrenip, o boyutlarda tanrının yeri olmadığını kavrayıp; ona göre, buradayken “ALLÂH” gerçeği ışığında kendini ve sistemi tanımışsan, geleceğin mutluluk ortamı olur!..
Yok eğer bu gerçeğe ters düşen bir biçimde, ötedeki bir tanrının seni bir yerlere getireceğini sanıp, buna göre hayal dünyanda yaşamışsan; o zaman gelecekteki ortamın çok azap verecektir.
Sistem sonucudur ki; “dedesi erik yemiş, torunun dişi kamaşmış” denmiştir. Erik yiyen dedelerin, babaların torun ve çocuklarını seyrediyor âlem hep!
-147-
Eğer, “ALLÂH”a iman ediyorsanız, hiçbir yakınınıza inanıp güvenmeyin. Zira, “Allâh” bu!.. Dilediğini yapar, “kalplerin tasarrufu her an onun elindedir” ve her an, her şey olabilir!
“Allâh” asla hiçbir şeyle kayıt altına girmez ve sınırlanmaz!
“Allâh” bizim sınırlarımızı bildirir; ama kendisi her türlü sınırlamadan, kalıptan, şekilden ve değerlendirmeden berîdir!
Gerçekten, yaşamınızda “yalnız” olduğunuzu idrak etmeye çalışın!
“Süreli-sınırlı” beraberlikler, asla gerçekte “yalnız” olduğunuz hakikatini; “yalnız” geçeceğiniz öte boyutu; ve veritabanınıza göre oradaki “yalnız”lık yaşamınızı size unutturmasın!
Her an, her şeye hazırlıklı olun; “Allâh dilediğini yapar” korunmasıyla!
Dünya yaşamındaki geçici çokluk ve beraberlik yanılgısı sizi aldatmasın!
Kişi veritabanındaki sevdiğiyle beraber olacaktır âhirette; ama kendi şartları içinde, veritabanı kapasitesi kadarıyla!
Kendinizi gerçeklere göre hazırlamazsanız yarına; bilin ki, yalnızca kendi ellerinizle (beyninizle) yaptıklarınızın sonuçlarını yaşayacaksınız; ve asla “Allâh” size zulmetmiş olmayacak!..
-148-
Yaşadığınız an içindeki düşünce ve fiillerinizin sonuçlarını, daha sonraki an ve süreçte aldığınızın farkında değil misiniz?
İçinde bulunduğunuz huzur ortamı veya yangınların dünkü düşünce veya fiillerinizin sonucu olarak bugün sizi kuşatmış olduğunu hâlâ mı göremiyorsunuz?
Dünü bugün yaşıyorsanız, bugünü de yarına taşımış olmayacak mısınız?
Böylece dünyanızı, kabir âleminize taşımış olmayacak mısınız?
Bugünkü mutluluk veya yangınlarınız belki de pek çok misliyle kabir âleminizde kıyamete kadar devam etmeyecek mi?
Daha sonrasında da benzeriyle devam etmeyecek mi?
Niye cehennem?.. Cehennemde neler olacak?.. Kim sizi cehenneme atacak?.. Bundan zevk alacak biri mi var sanki! Böyle biri yoksa; hâlâ yaşayacağınız cehennemin nereden kaynaklanacağını göremiyor musunuz?
Bugün sizi yangınlara düşüren, cehennemi yaşatan dışardan biri mi ki; yarın da size cehennemi yaşatacak dışardan biri olsun?
Hâlâ SİSTEM ve DÜZENİ kavrayamıyor musunuz?
“Ellerinizle yaptıklarınızın sonuçlarını yaşamak” üzere kurulu “Allâh yaratısı Sistem ve Düzenin” kurallarıyla kesin bağımlı olduğumuzu hâlâ idrak etmeyecek misiniz?
“Elleriniz” yalnızca BEYNİNİZİN aracıdır; dolayısıyla, yaşadıklarınızın tümü, beyninizdeki -aynıyla ruha da kaydı giren- veritabanınızın sizden açığa çıkışıdır.
İş böyle olduğuna göre, niçin, hâlâ veritabanınız üzerine eğilip, bugünkü ve yarınki yangınlara neden olan veritabanınızı gözden geçirip; neden, o verileri yeniden düzenlemiyorsunuz?.. Yoksa yangında olmaktan zevk mi duyuyorsunuz?
Ötede bir tanrı ve gelecekteki, onun bilmem neredeki cehennemi kavramından; “âlemlerin sahibi ALLÂH, ve O’nun her AN GEÇERLİ sistem ve düzeni” kavrayışına geçemeden sorularınızın cevaplarını alamayacaksınız.
-149-
“Din adamlarından” veya “İLÂHİyatçı”lardan, “ağzından çıkanı kulağı duymayan şeyhlerden” dili yanmışlar; ya da gerçeğin ortaya çıkmasını isteyenler, her yerde yüksek sesle konuşuyorlar:
“KURÂN’a dönün”!
Dönelim de, nasıl yani?
Nerede ki, oraya dönelim?
-Efendim alın Kurân’ı okuyun!
-Birâder ben Arapça bilmem ki!.. Türkiye’de, ya da İran’da ya da Avrupa veya Amerika’da doğdum... Arapçayı ne kadar öğrenip bilebilirim?
-Öğren efendim! Gavurca öğreniyorsun ya çıkarın var diye... Bunda da sonsuz çıkarın var; öğren!
-Peki, Arapça bilenler olarak, Arabistan’dakiler Kurân’ı okumuyor mu? Onlar, babadan olma anadan doğma Arapça konuşup okuyorlar, tahsilini de yapıyorlar! Nihayet, Kur’ân da kendi dillerinde! Niye, onların anlayıp uyguladığı Kur’ân ile, senin anladığın, uyguladığın farklı? Onlar senin gibi sonradan olma da değiller!
Arapça öğrenip okuyunca, ben de Kurân’ı; Suudi Arabistan’daki Arapların, yahut Arapça bilen Afganlıların yahut Afrika’daki Arapça konuşan bilmem ne kabilesinin; ya da Arapça Kurân’ı okuyup, kendi halkına “Kur’ân zencilerin özgürlüğü için gelmiştir” diyen Amerikalı gruplar gibi mi anlayacağım?
Ana dili Arapça olanlar da dâhil, yüzlerce Arapça bilen ve apayrı şeyleri savunan toplumlardaki KUR’ÂN OKUR(???)LARINDAN, hangisi gibi Kurân’a dönelim; ve okuyup anlayıp amel edelim?
-Canım o kadarını karıştırma, senin aklın ermez! Sen yalnızca benim yazdığım Kur’ân Meâlini, KUR’ÂN böyle diyor diye anlayarak oku! Benim dediklerimi yap! Gerisine karışma!.. Kurân’a dön! Yoksa mahvolursun! Sakın kimseye tâbi olma; yalnızca benim Kurân’ımı, benim kitaplarımı oku”!
Ne dersiniz arkadaşlar, yalnızca bu kişilerin Kur’ân meâllerini okuyup, onların anlayışına mı tâbi olalım; yoksa, bir elimize, anlayışına güvendiğimiz bir Kur’ân meâli; diğer elimize de olayın içyüzüne vâkıf olduğuna inandığımız, “Gazâli-Geylânî-Muhyiddini-Rufaî-Bahaüddin” ve daha nice Hak erenlerinin “Kurân’dan ne anladıklarını” dillendiren eserlerini alıp; “ALLÂH’ça öğrenmeye çalışıp”, sonuçta kendi yolumuzu, kendi sentezimize göre, kendimiz mi çizelim?
Düşündüklerimizin, yaptıklarımızın sonucuna kendimiz katlanacağımıza; yanlışımıza karşın kimseyi mazeret olarak gösteremeyeceğimize; kabir âleminde, mezhebin veya tarikatın ya da şeyhin sorulmayacağına göre!
-150-
İnsan beynindeki “düşünce” fonksiyonunun farkında olmadan gelip geçen milyarlar...
“Biz size misallerle” anlattık dendiği hâlde “KUR’ÂN”da; anlatılanların çoğunun misal olduğunu anlayamayanların her biri gidiyor, hayal dünyasından yeni bir hayal dünyasına; muhtemelen cehennemine!
Zira Dünya’daki yaşamında ateşi sönmemiş! Elbette yanında götürüyor, cehennemini oluşturan veritabanını!
Alevler, içinden sarıyor onu!
“Hanîf” olan, ateşin içine atıldığında, alevler kuşatsa da yanmaz; ateş soğur, makâmı gülistan olur Allâh emriyle!
Ahmaksa, gülistanda yanar alev alev, veritabanından gelen ateşle! Nereye gitse kurtulamaz cehenneminden, içinden yükselen alevlerden dolayı.
Gündüzünü zulmet eyleyen, beynini kemirip tüketen fikirlerin yangınının, cehennem ateşi olduğunu; alevlerinin beyninden yayılıp tüm bedenini ve çevresini sardığını fark edemez!
Burada okuduğu kır kbir “Yâsiyn”ler onun yangınını söndürmezken...
Burada “OKU”yamadan çektiği “Lâ havle...” onu ateşten kurtaramazken...
Burada “evliyaullâh”dan kendisine ulaşan şefaati tepip, onun şefaatiyle cehennemiNden çıkmayı reddederken...
Sanır ki oraya gittiğinde, arkasından gelecek dualar, âyetler kendisini ateşten kurtaracak; koluna girecek(!) bir “velî” onu ateşten çıkartacak!!!
“OKU”yamadıkların yüzünden burada ateşten çıkamıyor, elinle yaptıkların yüzünden cehennemiNde yanmaya devam ediyorsan...
Burada ilim yollu gelmiş şefaati tepiyorsan; burada, sahip olduklarını sandıkların, hırsın, tamahın yüzünden yanıyor; onların kaygısını çekiyor, para-mal ya da diğer sahip olduklarını sanmanın getireceği yeni ateşleri fark edemiyorsan; koyuver gitsin!..
Yanmana devam et ahmaklar gibi; “elle gelen düğün bayram” diyerekten.
Bekle ki, bugünkünün kesintisiz devamı olan kabir cehenneminde, arkandan gelecek paralı “Kur’ân”, senin ateşini söndürecek; bugün reddettiğin “velî”lerin “Rasûl”lerin şefaati seni yarın cehennemden çıkartacak!!!
“Ham hayal” derler buna!
“Sürüden biri daha gitti” diyecekler ardından!... “İman”sız!
Sen hâlâ yaktığın ateşlerin pazarlığını yapadur!.. O ateşler birgün seni yakmayacakmış gibi...